İbadetin Mahiyeti

14:23:00 Unknown 0 Yorum

Allah'ın emri, sevgisi ve rızası açısından "ibadet"; kendisi için kulları yarattığı amaçtır.
"İnsanları ve cinleri bana ibadet etmekten başka bir şey için yaratmadım" (5/ Zariyat/56) buyurur.
Peygamberler bunun için görevlendirilmiş ve kitaplar onun için indirilmiştir.
İbadet, Allah sevgisinin tamamını ve en mükemmelini, ona karşı hiçliğin ve alçalmanın zirvesini (tezellül) içeren bir isimdir.
Allah'a karşı küçülmeden yoksun bir sevgi ve sevgiden yoksun alçalma, ibadet olmaz. İbadet, ancak her ikisini bir arada bulundurandır. Onun için yalnız Allah'a yapılır.
İbadetten kulun kendisi yarar görmesine rağmen -ki Allah'ın alemlere ihtiyacı yoktur- ibadeti sevmesi ve ondan hoşnut olması açısından, ibadet Allah'a aittir.
Onun için Yüce Allah kulun günahlardan tevbe etmesine, ıssız ve yırtıcıların kol gezdiği bir yerde yiyeceği ve içeceği üzerinde bulunan binitini yitirip araya araya bulmaktan ümidini kesmiş yorgun bir şekilde uyuyan kişinin uyandığında onu bulmasına sevinmesinden daha çok sevinir. (Müslim (2744)
Bununla ilgili önemli birtakım meseleleri başka yerlerde detaylı açıkladık. (Bk. Mecmûu'l-Fetâvâ (10/304)
Tevekkül etmek ve Allah'tan yardım istemek (istiane), kul içindir. Çünkü kulun amacına ulaştığı ve yaptığı ibadetten elde ettiği maksadı için yol ve araç odur.
Allah'tan yardım istemek (istiane), dua ve istekte bulunmak gibidir.
Taberânî, "Kitabu'd-Dua"da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Yüce Allah şöyle buyurur:
"Ey insanoğlu, dört şey vardır, biri benim, biri senindir, biri de benimle senin, diğeri de seninle kullarım arasındadır.
Benim olan, bana ibadet etmen ve hiçbir şeyi bana ortak koşmamandır.
Senin olan ise, amelindir, onunla seni ödüllendiririm, onun için sen en çok ona muhtaçsın.
İkimiz arasında olan da, duanın senden, kabul etmenin benden olmasıdır.
Seninle kullarım arasında olan ise, insanların sana nasıl davranmasını istiyorsan, senin de onlara öyle davranmandır" (Hadisi Camiu's-Sağîr'de Suyûtî rivayet etmiş ve hasen görmüştür. Hafız el-Heysemî "Senedinde Humeyd İbnu'r-rabi' vardır. O tedlis yapardı." Demiştir. el-Elbânî hadisi "Daîfu Camii's-Sağîr" de ve "Silsiletu'l -Ehadîsu'd-Daîfe" de zikretmiştir.)
Bunun Allah'ın, şunun da kulun olması, başlangıçta sevgi ve hoşnutluğun onunla ilgili olması açısındandır. Çünkü kul başta kendisine uygun ve yararlı gördüğü şeyi sever ve ister. Allah ise, hoşnutluğundan amaç olanı sever ve ondan hoşnut olur. Böylece ona bağlı olarak vesileyi sever. Yoksa, emredilen her şeyin yararı kula dönüktür. Hepsini de Allah sever ve hoşnut olur.
Bütün bunlardan dolayı tevekkülün umumi / avâmî makamlardan olduğunu sananlar, tevekkül ile sadece dünya lezzetlerinin istendiğini sanırlar. Bu ise yanlıştır. Çünkü din işlerinde tevekkül etmek, ondan daha büyüktür.
Tevekkül, vacip ve müstehap şeylerin ancak kendisiyle tamamlandığı dinin esaslarındandır.

Tevekkülü olmayanlar; Allah'ın (sevdiği) emredip hoşnut olduğu şeylere iltifat etmeyenlerdir.
İBNİ TEYMİYYE - KALP AMELLERİ

0 yorum:

Batınî (Kalbi) Ameller

14:23:00 Unknown 0 Yorum

Allah'ı sevmek, ihlaslı olmak, ona tevekkül etmek, hoşnutluk gibi iç amellerin tümü kişisel ve toplumsal olarak herkese emredilen amellerdir. Kişi hangi makamda olursa olsun, onları terketmesi hiçbir şekilde iyi olmaz.
Hüzün:
Hüznü, Allah veya Rasûlü emretmiş değildir. Aksine, dinî kimi meselelerle ilgili de olsa, bazı yerlerde mahzun olmak yasaklanmıştır.
Yüce Allah buyuruyor:
"Gevşemeyin, üzülmeyin, inanmışsanız, mutlaka siz en üstünsünüzdür." (3 Âl-i İmran/139)
"Arkadaşına (Ebu Bekir'e) "Üzülme, Allah bizimledir" diyordu;..." (9 Tevbe/39),
"İnkarcıların sözleri seni üzmesin, çünkü bütün kudret Allah'ındır. O, işitir ve bilir." (10 Yunus/65),
"Bu, kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir. Allah, kendini beğenip öğünen hiç kimseyi sevmez." (57 Hadid/23)
Mahzun olmak, bir yarar sağlamadığı gibi bir zararı da önlemez. Onun için bir yararı yoktur. Yararı olmayan bir şeyi de Allah emretmez.
Evet, hüzünle beraber bir haram işlenmiyorsa, başına gelenlere üzülmek gibi, mahzun olmak kişiye günah sayılmaz.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
"Şüphesiz Allah, kalbin mahzun olması veya gözün yaşarmasından dolayı sorumlu tutmaz, (dilini göstererek) sadece bundan sorumlu tutar veya merhamet eder" (Buhârî (1304) Müslim (2/636)
"Göz yaşarır, kalp mahzun olur, ama Allah'ın hoşuna gidecek şeyler dışında bir şey söylemeyiz" (Buhârî (1303) Müslim (6/1707)
"Onlara sırt çevirdi, "Vah, Yusuf'a yazık oldu!" dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu." (12 Yusuf/84) ayetindeki hüzün de bu türdendir.
Bazan hüzünle beraber kişinin sevap kazandığı ve övüldüğü bir olay olur. Sevap kazanmak ve övülmek, hüzünden dolayı değil, o olaydan dolayıdır. Dininden dolayı kendi başına veya bütün müslümanların başına gelen musibetlerden dolayı kişinin mahzun olması gibi.
Kalbindeki hayır sevgisi, kötülüğe düşmanlık ve bunun sonuçlarından dolayı kişi hüzünlenerek sevap kazanır. Ancak bundan dolayı üzülmek; eğer sabretmek, cihad etmek, yararı sağlamak ve zararı önlemek gibi emredilen bir şeye engel olursa, o zaman hüzün yasak olur. Olmazsa, mahzun olduğu için kişi günah işlemiş olmaz. Ama kalbin zayıflığına, Allah ve Rasûlünün emrettiği şeyleri yerine getirmekten alıkoymasına yol açıyorsa, başka yönden övülmesine karşın, bu yönden kötü olur.
Allah sevgisi, ona tevekkül etmek (güvenmek) ve ihlaslı olmak gibi şeyler salt iyiliktir. Bütün peygamberler, şehitler, sıddikler ve salihler için güzel ve iyi şeylerdir.
Bu makamların havas/özel kişiler için değil de, avam/genel için olduğunu söyleyenler, özel kişileri bunun dışında tutuyorlarsa, yanılmaktadırlar. Çünkü bu şeylerin hiçbirinden hiçbir mümin muaf değildir. Bunlardan ancak münafık ve kafirler hariç olurlar.
Bazıları bu konuda birtakım şeyler söylemiştir. Söylediklerinin yanlışlığını ve bu makamlar konusunda bilgisinin yetersiz olduğunu başka yerlerde geniş bir şekilde belirttik.
Sadece şu kadarını belirtelim; bu makamlarda insanlar, özel/havas ve genel/avam şeklinde ikiye ayrılırlar. Özel kişiler için bunlardan özel makam, genel kişiler için de genel makam vardır.
Mesela bu adamlar şöyle derler:
"Tevekkül, rızık istemede kendini savunmaktır. Özel / havas olan kişi ise kendini savunmaz. Tevekkül eden kişi tevekkülü ile herhangi bir işi ister. Arif olan kişi ise, işlerin ayrıntılarını bildiği için hiçbir şey istemez."
Denilebilir ki tevekkül, dünya çıkarları için tevekkül etmekten daha geneldir. Çünkü tevekkül eden kişi kalbinin, dininin düzgün olması, dilinin ve iradesinin korunması gibi şeylerde Allah'a tevekkül eder. Bunlar onun için en önemli şeylerdir. Onun için her namazda rabbine
"Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım isteriz" (1 Fatiha/5) diye seslenir.
Nitekim ayetlerde şöyle denir:
"Ona ibadet et ve kendisine tevekkül et" (11 Hud/123),
"....De ki: O benim Rabbim'dir, O'ndan başka İlah yokdur, yalnız O'na güvenirim, dönüşüm de O'nadır." (13 Ra'd/30)
Allah, birçok yerde ibadeti ve tevekkülü bir arada belirtmiştir. Çünkü bu ikisi, dinin tümünü içine alır. Onun için seleften biri şöyle der:
"Allah, indirdiği kitapları Kur'an'da, Kur'an ilmini Mufassal (uzun sureler) de, Mufassal bilgilerini Fatiha'da ve Fatiha bilgilerini de:
"Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım isteriz" ifadesinde toplamıştır." (Şeyhü'l İslam İbn Teymiyye başka bir yerde bu sözün Hasan el-Basrî'ye ait olduğunu belirtmiştir. (Bk. Mecmûu'l-Fetâvâ 16/17)
"Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım isteriz" de hem rabb, hem kulu için olan şeyler biraraya toplanmıştır.
 Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
"Allah, namazı benimle kulum arasında iki kısma böldüm, yarısı benim, yarısı onundur, kuluma istediğini veririm, der.
Kul "Alemlerin rabbine hamd olsun" deyince,
Allah, "Kulum bana hamdetti" der.
Kul "Rahman ve Rahimdir" deyince,
Allah "Kulum beni övdü" der.
Kul "Din gününün malikidir" deyince,
Allah "Kulum beni yüceltti" der.
Kul "Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım isteriz" deyince,
Allah "Bu benimle kulum arasında iki kısımdır, kuluma istediği verilecektir" der.
Kul "Bizi doğru yola eriştir. Nimete erdirdiğin kimselerin yoluna; gazaba uğrayanların, ya da sapıtanların yoluna değil." deyince, "Hepsi kulumundur ve kulum ne isterse vereceğim, der." (Müslim (1/38) Malik (1/84) Nesâî (2/136) Tirmizî (4/270)
Görüldüğü gibi Fatiha'nın yarısı Allah'ı övmekten ve vereceği hayırdan oluşurken, diğer yarısı da kulun istemesi ve dua etmesinden oluşur. Her ikisi hem Rabbin hem kulun olan şeyleri bir araya getirmiştir.
- Kulluğu yalnız Allah'a ayırmak Allah'ın hakkı,
- yardımı yalnız Allah'tan istemek de kulun görevidir.
Buhârî ve Müslim, Muaz b. Cebel'den şöyle rivayet eder:
"Bir merkebe binmiş olan Rasûlullah'ın terkisinde idim.
"Ey Muaz, kullar üzerinde Allah'ın hakkının ne olduğunu biliyor musun?" dedi.
 Allah ve Rasûlü bilir, dedim. Şöyle dedi:
"Allah'ın kullar üzerinde hakkı, ona kulluk etmeleri ve hiçbir şeyi kendisine ortak koşmamalarıdır. Bunu yaptıkları taktirde kulların Allah üzerinde hakkının ne olduğunu biliyor musun?" dedi.
Allah ve Rasûlü bilir, dedim.

"Onun üzerindeki hakları, onlara azap etmemesidir, dedi". (Buhârî (2706) Müslim (1/58) Ahmed (5/228) İbn Mâce (2/1435)
İBNİ TEYMİYYE - KALP AMELLERİ

0 yorum:

Dinin Temeli

14:22:00 Unknown 0 Yorum

Belirttiğimiz bu şeyler, gerçekte dinin temelinin / aslının kalpteki bilgi / ilim ve ameller olduğunu ve bunlar olmadan zahir amellerin bir işe yaramadığını gösterir.
İmam Ahmed'in Müsned'inde rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
"İslam, açık olandır, iman ise kalptedir." (Ahmed (3/134-135)
Onun için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Numan b. Beşir'den ittifakla rivayet edilen hadiste şöyle buyurur:
"Helal açıktır, haram da açıktır. İkisi arasında birçok insanın bilmediği şüpheli şeyler vardır. Şüpheli şeylerden kim sakınırsa, dinini ve ırzını korumuş olur, kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşer. Tıpkı korunun etrafında koyunlarını otlatan çoban gibi. Her an korunun içine girebilir. Dikkat edin, her kralın bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu da haramlarıdır. Vücutta bir parça et vardır, o düzelirse vücut düzelir, bozulursa, vücut da bozulur, O da kalptir." (Buhârî (52); Müslim (107/1599)
Ebu Hureyre'nin şöyle dediği rivayet edilir:

"Kalp, hükümdardır, organlar da onun askerleridir, hükümdar iyi olursa, askerleri de iyi olur, hükümdar kötü olursa, askerleri de kötü olur." (Suyuti, el-Camiu's-Sağîr; el-Elbânî, Daîfu Camiu's-Sağîr (4/131)
İBNİ TEYMİYYE - KALP AMELLERİ

0 yorum:

İhlas İslamın Gerçeğidir

14:22:00 Unknown 0 Yorum

İhlas ise, İslamın gerçeğidir. Çünkü "İslam" başkasına değil, sadece Allah'a teslim olmaktır.
Yüce Allah buyuruyor:
"Allah, geçimsiz efendileri olan bir adamla, yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Övülmek Allah içindir, fakat çoğu bilmezler. Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler." (39 Zumer/29-30)
Allah'a teslim olmayanlar, büyüklenenlerdir.
Hem Allah'a hem başkasına teslim olanlar ise müşriklerdir.
Hem büyüklenmek, hem ortak koşmak / şirk, İslamın zıttıdır. İslam ise şirk ve büyüklenmenin zıttıdır. "İstislam" formu, hem lazım hem müteaddi olarak kullanılır.
"Rabbi ona: 'Teslim ol" buyurduğunda, "Alemlerin Rabbine teslim oldum" demişti. İbrahim bunu oğullarına vasiyet etti. Yakup da: "Oğullarım! Allah dini size seçti, siz de ancak O'na teslim olmuş olarak can verin" dedi." (2 Bakara/131-132)
"Evet, iyilik yaparak Allah'a teslim olanın ecri Rabbi'nin katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir." (2 Bakara/112)
Kur'an'da bunun örnekleri çoktur.
Onun için İslam'ın başı / esası:
Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına şahitlik / tanıklık etmektir.
Bu da yalnız Allah'a ibadet etmeyi ve onun dışında hiçbir şeye ibadet etmemeyi içerir.
O da, Allah'ın öncekilerden ve sonrakilerden başka bir dini kabul etmeyeceği genel İslamdır.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Kim İslam'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O âhirette de kaybedenlerdendir." (3 Âl-i İmran/85).
"Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahipleri, O'ndan başka ibadete layık ilah olmadığına şahitlik etmişlerdir. O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur, O güçlüdür, Hakîm'dir."

"Allah katında din, şüphesiz İslam'dır...." (3 Âl-i İmran/18-19)
İBNİ TEYMİYYE - KALP AMELLERİ

0 yorum:

Sıdk (Doğruluk) ve Fazileti

14:22:00 Unknown 0 Yorum

Buhârî ve Müslim, İbni Mesud'dan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Doğruluktan şaşmayın.Çünkü doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söylediği ve söylemeye devam ettiği sürece Allah'ın yanında sıddîk olarak yazılır. Yalandan da sakının. Çünkü yalan söylemek, kötülüğe (fücura) götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söylediği ve söylemeye devam ettiği sürece Allah'ın yanında yalancı olarak yazılır." (Buhârî (6094); Müslim (105/607)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bu sözüyle doğru söylemenin iyilik işlemeyi gerektiren ve yalan söylemenin de kötülük işlemeyi gerektiren bir etken olduğunu belirtir.
Yüce Allah şöyle buyurur:
"İyiler (ebrar) şüphesiz nimet içindedirler. Allah'ın buyruğundan çıkanlar (fuccar) cehennemdedirler." (82 İnfitar/13-14)
Onun için alimlerden biri, etrafında olan kişilere tevbe etmelerini söylerken, ürkütmemek ve nefret ettirmemek için daima doğru söylemesini emrederdi. Onun için alimler ve şeyhler konuşmalarında ihlas ve doğru olmaktan çokça söz eder ve "Doğru söylemeyen kişi bana uymasın" derlerdi.
"Doğru söylemek, Allah'ın yer yüzünde kılıcıdır, hangi şeye vurulursa keser" derler.
Seyf b. Esbat ve başkaları şöyle der:
"Kim Allah'a karşı doğru olursa, mutlaka kendisine de doğru davranılır".
Bunun örnekleri çoktur.
Sıdk (Doğruluk) ve ihlas, gerçekte imanın ve İslam'ın netleşmesidir. Bilindiği gibi müslüman olduğunu söyleyenler mümin ve münafık olmak üzere iki kısma ayrılırlar.
Mümin ile münafık arasındaki fark, doğruluktur.
Münafıklığın üzerinde bina edildiği temel ise, yalancılıktır. Onun için Allah, gerçek imanı anarken onu doğrulukla niteler.
"Bedeviler: "iman ettik" dediler, de ki: "İman etmiş değilsiniz ama İslam olduk deyin; iman henüz gönüllerinize yerleşmedi; eğer Allah'a ve peygamberine itaat ederseniz, işlediklerinizden bir şey eksilmez; şüphesiz Allah, bağışlar, merhamet eder. İman edenler, ancak Allah'a ve peygamberine inanmış, sonra şüpheye düşmemiş; Allah uğrunda mallarıyla, canlarıyla cihat etmiş olanlardır. İşte onlar doğru olanlardır." (49 Hucurat/14-15)
"Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa; yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır." (59 Haşir/8).
Yüce Allah, imanlarında doğru olanların içlerinde şüphe taşımadıklarını, mal ve canlarıyla onun yolunda cihad ettiklerini belirtir. Çünkü öncekiler ve sonrakilerden alınan söz budur.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Allah peygamberlerden söz almıştı: "And olsun ki size Kitap, hikmet verdim; sizde olanı tasdik eden bir peygamber gelecek, ona mutlaka inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz, ikrar edip bu ahdi kabul ettiniz mi?" demişti. "İkrar ettik" demişlerdi de: "Şahid olun, Ben de sizinle beraber şahitlerdenim" demişti." (3 Âl-i imran/81).
İbni Abbas radıyallahu anh şöyle der:
"Allah, gönderdiği her peygamberden şu sözü almıştır:
Hayatta iken Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilirse, ona iman edeceksin ve destekleyeceksin, Muhammed peygamber olarak gönderilirse ona iman edeceklerine ve destekleyeceklerine dair kendi ümmetinden de söz alacaksın" (İbn Kesîr Tefsiri (1/378)
Yüce Allah buyuruyor:
"And olsun ki peygamberlerimizi belgelerle gönderdik; insanların doğru hareket etmeleri için peygamberlere kitap ve ölçü indirdik; pek sert olan ve insanlara bir çok faydası bulunan demiri de var ettik. Bu, Allah'ın dinine ve peygamberlerine görmeksizin yardım edenleri meydana çıkarması içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, güçlüdür." (57 Hadid/25)
Allah kitabı ve mizanı indirdiğini, kendisine ve peygamberlerine kimin yardım ettiğini ortaya çıkarması ve adaletin yerine gelmesi için de demiri indirdiğini belirtmiştir.
Onun için din, yol gösteren kitap ve yardım eden kılıçla ayakta durur.
Yol gösterici ve yardımcı olarak da olarak Allah yeter.
Kitap ve demir, indirilişte ortak olsa da, bu, birinin inmediği yerden diğerinin inmesine engel değildir. Çünkü Kitap, Allah'tan indirilmiştir.
"Aziz ve hakim olan Allah'tan Kitab'ın indirilmesidir" (39 Zümer/1),
"Elif Lam Ra. Bu, ayetleri muhkem olan, sonra hakim ve habir olan tarafından tafsil edilen bir kitaptır" (11 Hud/1),
"Şüphesiz Kur'an sana hakim ve alim olan tarafından veriliyor" (27 Neml/6) ayetlerinde belirtildiği gibi.
Demirde içinde yaratıldığı dağlardan çıkarılmakta / indirilmektedir.
Dinin temellerini içeren birr (iyilik) iddiasında sadık (doğru) olanları nitelemesi de bu şekildedir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz birr (iyi olmak demek) değildir; lakin iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır." (2 Bakara/177)
Münafıkları ise, Allah değişik ayetlerde yalancılıkla nitelemiştir. Şöyle buyurur:
"Kalplerinde hastalık vardır, Allah hastalıklarını artırmıştır. Yalan söyleye geldikleri için onlara elem verici azab vardır." (2 Bakara/10)
"İkiyüzlüler sana gelince: "Senin şüphesiz Allah'ın peygamberi olduğuna şehadet ederiz" derler. Allah, senin kendisinin peygamberi olduğunu bilir; bunun yanında Allah, ikiyüzlülerin yalancı olduklarını da bilir." (63 Munafikun / 1)
"Allah'a verdikleri sözden caydıkları ve yalancı oldukları için O'nunla karşılaşacakları güne kadar Allah kalplerine nifak soldu." (9 Tevbe/77)
Kur'anda bunu belirten ayetler çoktur.
Bilinmesi gereken şeylerden biri de, doğru söylemek ve tasdik etmek, hem söylemde/sözde hem amellerde olur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sahih hadiste şöyle buyurur:
"İnsan oğluna zinadan payı yazılmıştır ve onu mutlaka yapar. Gözler zina eder ve onların zinası bakmaktır, kulaklar zina eder ve onların zinası dinlemektir, eller zina eder ve onların zinası dokunmaktır, ayaklar zina eder ve onların zinası yürümektir, kalp arzu eder ve canı çeker, tenasül organı da bunu ya doğrular veya yalanlar" (Buhârî (6243); Müslim (2657)
Düşmanla savaşmakta kararlı olanların saldırıları için: "düşmana doğru / gerçekten bir saldırı yaptılar" denir. "Falan kişi sevgi ve dostluğunda sadıktır / doğrudur." denir. Bunun benzerleri çoktur.
Bütün bunlarla iradesi, amacı ve isteğinde sadık / doğru olan kişiler kastedilir.
Mümin amelinde, haber ve konuşmasında doğru/samimi olan kişidir.
Münafık, doğru olan müminin zıttıdır. O da sözünde veya amelinde yalancı olan kişidir. Amelini gösteriş için yapan kişi gibi.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Şüphesiz münafıklar Allah'ı aldatmağa çalışırlar, oysa O, onlara aldatmanın ne olduğunu gösterecektir. Onlar namaza tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, ne onlarla, ne de bunlarla olur, ikisi arasında bocalayarak Allah'ı pek az anarlar. Allah'ın saptırdığı kimseye yol bulamayacaksın." (4 Nisa/142-143)
İBNİ TEYMİYYE - KALP AMELLERİ

0 yorum:

İman - Amel İlişkisi

14:21:00 Unknown 0 Yorum

Müminlerden kendi kendine zulmeden ise, iman ve takvası oranında Allah'ın velisi olduğu gibi, günahkarlığı (fücuru) oranında da bunun aksidir. Çünkü bir kişide ceza ve mükafat görebilecek şekilde hem sevabı gerektiren iyilikler (hasenat), hem cezayı gerektiren günahlar (seyyiat)  bulunabilir.
Bu, bütün ashabın, imamların, ehli sünnet ve cemaatin görüşüdür. Bunlar, kalbinde zerre kadar iman olan kişinin cehennemde ebedi kalmayacağını söylerler.
Hariciler ve Mutezile gibileri ise; kıble ehlinden cehenneme giren kişinin orada ebedi kalacağını ve çıkmayacağını söylerler.
Büyük günahları (kebair) işleyenler hakkında cehenneme girmeden önce veya girdikten sonra ne peygamberin, ne başkasının şefaati olur, derler. Onlara göre bir kişide sevap ve ceza, iyilikler ve kötülükler birarada bulunamaz. Mükafatlandırılan kişi ceza görmez ve cezalandırılan kişi de mükafat görmez, derler. Bu konunun Kur'an, Sünnet ve icma'dan delilleri çoktur. Onları ilgili yerlerinde belirttik.
Bu ilkeden birtakım hükümler çıkar. Şöyle ki;
"hakiki iman sahibi olanların bu imanları oranında amellerinin de olması gerekir. Bu kişilerin günahları da olabilir."
Buhârî, Ömer b. el-Hattab'dan şöyle rivayet eder:
"Eşek diye anılan bir adam vardı. Rasûlullah'ı güldürürdü. Bu adam içki içerdi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de onu cezalandırırdı. Bir gün içtiği için getirildiğinde, adamın biri ona:
"Allah lanet etsin, Rasûlullah'a ne kadar çok getiriliyor!" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Lanet etme, o, Allah'ı ve Rasûlünü seviyor" buyurdu. (Buhârî (6780) )
Bu da gösteriyor ki içki içme günahı işleyen bir kişi Allah'ı ve Rasûlünü seviyor olabilir.
Allah'ı ve Rasûlünü sevmek, imanın en sağlam temelleridir.
Aynı şekilde, zahid olan bir kişi de, içindeki nifak ve bid'at sebebiyle Allah ve Rasûlü tarafından nefret edilen kişi olabilir.
Nitekim Sahih ve diğer kitaplarda Ali, Ebu Said el-Hudri  ve başkalarından Peygamberin Haricilerle ilgili şöyle dediği rivayet edilir:
"Biriniz onların namazı yanında namazını, orucu yanında orucunu ve okuması yanında okumasını azımsar. Kur'an'ı okurlar ama onların gırtlaklarından aşağı gitmez. Ok yaydan çıkar gibi İslamdan çıkarlar. Onları nerede görürseniz, öldürün. Onları kim öldürürse kıyamet günü ecrini alır. Onlara yetişirsem, Ad kavminin öldürüldüğü gibi öldürürüm". (Buhârî (3344); Müslim (1/1064)
Ashab, Emiru'l-Mu'minin Ali b. Ebi Talib'in yanında bunlara karşı savaştılar.
Sahih hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunlarla ilgili olarak şöyle buyurur:
"Müslümanların bölündüğü bir sırada dinden çıkan bir fırka ortaya çıkar. Hakka en yakın olan iki gruptan biri onları öldürür". (Müslim (1/1065)
Onun için Sufyan-ı Sevrî ve başka birçok imam şöyle der:
"İblis, günahtan çok, bid'atı sever. Çünkü günahtan tevbe edilir ama bid'attan tevbe edilmez. Çünkü Allah'ın ve Rasûlününün teşri etmediği bir şeyi din edinen bid'atçı, yaptığı amel kendisine süslü geldiğinden onu güzel görür. Güzel gördüğü sürece de ondan tevbe etmez. Çünkü tevbe etmenin sebebi, kişinin yaptığı işin tevbe edilmesi gereken kötü bir iş olduğunu bilmesi veya emredilen vacip yahut müstehap bir ameli terkettiğinden tevbe etmek gerektiğini anlamasıdır. Yaptığı iş kötü olduğu halde onu güzel görmeye devam ettiği sürece ondan tevbe etmez."
Ne var ki ondan tevbe etmeside mümkündür ve olmuştur. Çünkü Allah ona doğru yolu gösterebilir ve kendisi de hakkı görebilir. Tıpkı kafirlerden, münafıklardan, bid'at ve sapıklık ehlinden zümrelere yol gösterip hidayet verdiği gibi. Bu da bildiği hakka uyması ile olur. Kim bildiği şeylerle amel ederse, Allah ona bilmediklerini öğretir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Doğru yolu bulanların ise Allah doğruluklarını artırır, onların karşı gelmekten sakınmalarını sağlar." (47 Muhammed / 17)
"Şayet onlara "Kendinizi öldürün" yahut "Memleketinizden çıkın" diye emretmiş olsaydık, pek azından başkaları bunu yapmazlardı. Kendilerine verilen öğüdü yerine getirmiş olsalardı, onlar için daha iyi ve daha sağlam olurdu. O zaman onlara kendi katımızdan büyük bir ecir verir ve onları doğru yola eriştirirdik." (4 Nisa/66-68)
"Ey  iman edenler! Allah'tan sakının, peygamberine inanın ki, Allah size rahmetini iki kat versin; size ışığında yürüyeceğiniz bir ışık var etsin; sizi bağışlasın; Allah bağışlayandır, acıyandır." (57 Hadid/28)
"Allah iman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır." (2 Bakara/257)
"Ey Kitap ehli! Kitaptan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Şüphesiz size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir. Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola iletir." (5 Maide/15-16).
Kitap ve Sünnette bunun delilleri çoktur. Hevesine uyarak bildiği haktan yüz çevirenin durumu da aynı şekildedir. Yüz çevirmesi, ona cehalet ve sapıklık verir ve apaçık hakkı görmeyecek derecede kalbini köreltir.
Yüce Allah buyuruyor:
"...Ama onlar yoldan sapınca, Allah da onların kalplerini saptırmıştı. Allah, yoldan çıkan milleti doğru yola eriştirmez." (61 Saf/5)
"Kalplerinde hastalık vardır. Allah onların hastalığını artırmıştır." (2 Bakara/10)
"Kendilerine bir mucize gösterilirse, mutlaka ona inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler. De ki: "Mucizeler, ancak Allah katındadır"; onların, mucize geldiği zaman da inanmayacaklarını anlamıyor musunuz? Onların kalplerini, gözlerini, ona ilk defa inanmadıkları gibi çeviririz; onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız." (6 Enam/109-110)
Bu, olumsuzlaştırma ve kınama sorusudur. Yani o mucize geldiğinde onların inanmayacaklarını ne biliyorsunuz?!
Daha önce ona inanmadıkları halde sonra onların bakışını ve kalplerini değiştiririz de inanırlar.
Ayette "İnne" okuyanların okumasına göre ise kendilerine mucize geldiği taktirde bile kesin olarak ona inanmayacaklardır ve önce inanmadıkları gibi şimdi de onların bakışını ve kalplerini değiştiririz, böylece inanmazlar, anlamında olur. Onun için Said b. Cubeyr gibi seleften kimileri şöyle der:

"İyilikten sonra iyilik işlemek, iyiliğin bir mükafatıdır ve kötülükten sonra kötülük işlemek, kötülüğün bir cezasıdır".
İBNİ TEYMİYYE - KALP AMELLERİ

0 yorum:

İnsanların Dereceleri

14:20:00 Unknown 0 Yorum

Bütün bu ameller, alimlerin ittifakı ile, ilke olarak sorumlu olan bütün insanlara farzdır. İnsanlar bedenî ameller konusunda üç sınıf oldukları gibi, bu ameller konusunda da üç sınıftır.
1 - Kendisine zulmedenler / zalim,
2 - Adaletli (Mu'tedil) olanlar / muktasıd ve
3 - Hayırlarda önde (sabikun bi'l-hayrat) / sâbık olanlar.
("Sonra biz o Kitab'ı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Onlardan da nefislerine zulmeden var, muktesid giden var ve Allah'ın izniyle hayırlarda öncü olanlar var. İşte o, büyük fazl" (35 Fatır/32) ayetine işaret etmektedir.)
1 - Kendisine zulmeden; emredilen şeyi terketmek veya yasaklanan şeyi işlemek suretiyle itaatsizlik yapandır.
2 - Muktasıd; Vacipleri (farz emirleri) yerine getiren ve haramları terkedendir.
3 - Hayırlarda önde olan / sabık ise; gücü yettiği kadar vacip (farz emirler) ve müstehap amelleri işleyen, haram ve mekruh şeyleri terkedendir.
Muktasıd ve sabık olan kişinin silinecek günahları olabilir. Bunlar ya tevbe ile -Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever- ya işlenen iyiliklerle (hasenat) veya başa gelen musibetlerle yahut başka şeylerle silinir. (yok edilir.)
Hem muktasıd olanlar, hem hayırlarda önde / sabık olanlar, Allah'ın şu ayette belirttiği veli kullarındandır.
"İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar Allah'a inanmış ve O'na karşı gelmekten sakınmışlardır." (10 Yunus/61-62).
Allah'ın velilerinin (Evliya) tanımı, mümin ve muttaki (takva sahibi) olmalarıdır. Bu da genel (umumi) ve özel (hususi) kısımlarına ayrılır.
- Genel olanlar, muktasıd olanlardır.
- Özel olanlar da, sabık olanlardır.
Sabık olanların dereceleri daha üstündür. Peygamberler ve sıddıklar gibi.
Nebi Sallallahu aleyhi ve sellem Buhârî'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettiği şu hadiste bu iki sınıftan bahsederek şöyle buyurur:

"Yüce Allah şöyle der: Kim benim bir velime düşmanlık yaparsa, bana savaş açmış olur. Kulum, kendisine farz kıldıklarımla bana yaklaştığı kadar başka hiçbir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder ve ben de kendisini severim. Onu seversem işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benimle işitir, benimle görür, benimle tutar ve benimle yürür. (Yani görmesi, işitmesi, tutması ve yürümesinde hep benimledir, benim rızamı düşünür.) Benden isterse veririm, bana sığınırsa korurum. Ölmek istemeyen mümin kulumun canını almakta tereddüt ettiğim kadar başka bir şeyde tereddüt etmedim. Ölmek istemez, ben de onu incitmek istemem, ama ölüm kaçınılmazdır." (Buhârî (6502) Ahmed; (6/256) buna yakın lafızlar ile Aişe'den)
İBNİ TEYMİYYE - KALP AMELLERİ

0 yorum:

Kalp Amelleri - Giriş

14:20:00 Unknown 0 Yorum

Bir olan Allah'a hamd ve kendisinden sonra bir daha peygamber gelmeyecek olan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e salât ve selam olsun.
Allah'a hamd olsun. Ondan yardım ve bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiçbir kimse saptıramaz ve saptırdığını da hiçbir kimse doğru yola getiremez. Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet / tanıklık ederiz.
("Hutbetu'l-Hâce" ismiyle meşhur olan bu duayı cuma hutbelerinde ve sair konuşmalarında okuyan Rasûlullah Sallallahu aleyhi ve sellem bizzat sahabilerine öğretmiştir. Ebû Dâvûd (2188) Tirmizî (1892) Dârimi (2202).)
Bunlar; "Makamlar ve Haller" diye adlandırılabilecek kalbin amelleri ile ilgili kısa bazı açıklamalardır. Bu ameller, imanın temellerinden ve dinin esaslarındandır.
Allah'ı ve Rasûlünü sevmek, Allah'a tevekkül etmek, dini ona halis kılmak, ona şükretmek, hükmüne karşı sabretmek, ondan korkmak, ümitsizliğe düşmemek vb.

Müminlerden üzerimizde hakkı olan kimi kardeşlerim bunları hemen yazmamızı istedi. Öyle ya hepimiz aceleciyiz.

0 yorum:

Hapishane Mektupları - Onbirinci Mektup

01:25:00 Unknown 0 Yorum

Mektuptan anlaşıldığı kadarıyla İbn Teymiyye Mısır'da ilk hapishaneye atılışından sonra bu mektubu yazmış. İbn Teymiyye'nin ilk tutuklanış tarihi 705 Hirci yılıdır. Ancak Kahire'de ki Sultanın yardımcısı Onu orada alıkoyar.
İbn Teymiyye bu mektubunda, "Tevhid" "Takva" ve "Kardeşlik Hukuku" gibi konulan işler. Ayrıca Sakinlerin sorumluluklarına değinir. Mü'min insan alimlerin Rabbani olanları ile İslamı hayatın daha iyi anlaşılacağını vurgular. Müminler ancak Allah'ın rızası için bir araya gelir ve ancak yine onun rızası için ihtilaf edebilirler.
( el-Fetava: c. 28. sh: 50-57. Şeyhul-İslam İbn Teymiyye, İbrahim b. Ahmed el-Feyyani, sh: 39-44.)
 
Allah'a hamd. O'nun Resulü'ne (sallallahu aleyhi ve sellem) salat ve selamdan sonra;
Allah Azze ve Celle bana öyle büyük nimetlerini ve acaib ayetlerini gösterdi ki; bu ayetlerin gereği olarak, Ona çok büyük şükranda itaat edip sebat içerisinde -güzel bir sabırla sabrederek, emirlerini yapmak -bize- vacib olmuştur. Zira rahatlıkta kuldan istenen sabır, zorlukta iken istenen sabırdan daha büyüktür.
"Biz insana rahmeti (mizden) verip sonra o rahmeti ondan çekip aldığımız da O (ansızın) ümitsiz ve çok inkar eden birisi olur."
Ona, dokunan bir zarardan sonra nimetlerimizi tattırınca, şöyle der; (Artık) kötülüklerimden hiçbirşey kalmadı, der ve sevinçle övünen birisi olur."
Ancak, sabredip salih ameller işleyenler (böyle yapmazlar) İşte onlar için bağışlanma ve büyük bir mükafat vardır." (Hûd / 9,10,11)
Biliyorsunuz, Allah Azze ve Celle bu davada; dininin nusretine vesile olacak, sözünün yücelmesi, hizbinin muzaffer olması ve dostlarının izzet bulup. "Ehli Sünnet vel-Cemaat'in" güçlenmesi, "ehli bid'at ve dalalet fırkası" nın zelil olması için bize çok büyük bir ikramda bulunmuştur. Sizin inancınızda kabul ettiğiniz ve bununla beraber Sünnet'i savunmanız, hidayet ve zafer kapılarının daha da açılmasına, harikulade delilleri ve gerçeklerin, önü ardı gelmeyecek bir biçimde Allah'ın kullarına zahir olmuştur.
İnsanların Sünnete büyük bir şevkle yönelmelerine vesile olmuştur. Bununla beraber daha nice şükürle karşılanması gereken büyük nimetler var. Bunun sabırla karşılanması gerekir. Velevki bu, rahat da olsa.
Biliyorsunuz öyle büyük temel kaideler vardır ki, kalplerin telifi, sözün birliği, insanların arasını ıslah etmekle beraber dinin cümlesinden sayılır.
Allah Azze ve Celle;
"Allah'tan korkun ve aranızda ki şeyleri ıslah ediniz." (el-Enfal/1)
"Allah'ın ipine sımsıkı sanlın, fırkalara ayrılmayın." (Al-i İmran/103)
"Kendilerine açık ayetler geldikten sonra bölünüp, ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azab vardır." (Al-i İmran/105)
Cemaat olmayı, birlik olmayı emredip ve ayrılığı yasaklayan buna benzer daha birçok (Kur'an ve Sünnet) nassı vardır.
Bu gerçeğin sahipleri, cemaat ehli olmaya layık olanlardır. Nasıl ki cemaatten ayrılanlar "fırka" ismi almaya layıklarsa.
Sünnet'in aslı Allah'ın Rasulü'ne (sallallahu aleyhi ve sellem) itaat etmektir.
Müslim'in Ebu Hureyre'den (r.a.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle söylemekte:
"Allah sizin için üç şeye razı olur;
- Ona ibadet etmeniz, Ona hiçbir şeyi ortak koşmamanız ve
- Allah'ın ipine topluca sarılıp fırkalara ayrılmamanız ve
- İşlerinizin başına gelenlere nasihatta bulunmanız."
Yine sünen kitaplarında Zeyd b. Sabit ve Abdullah b. Mesud'un rivayet ettikleri bir hadiste de Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
"Allah bizden bir hadis duyup o hadisi duymayana, ulaştıranın yüzünü Cennet nimetlerinin sevinciyle aydınlatsın. Nice fıkıh taşıyan adam var ki fakih değildir ve nice fıkhı taşıyan onu kendinden daha fakih olana taşır"
"Üç şeyde müminin kalbine hiyanet duygusu sirayet etmez (usanmaz). Allah için amelini halis kılmak, Ulu'l emre nasihatte bulunmak ve müslümanlann cemaatine katılmak. Çünkü onların duaları kendilerini kuşatmıştır."
Yani müslümanın kalbi bu güzel özelliklerden hiç birisine karşı kin ve soğukluk duymaz. Aksine müslümanın kalbi bunu sever ve buna razı olur.
Bu gerçeklerin ilki, -Allah sizden razı olsun- benim hakkımda bildiklerinizdir. Ben hiçbir zaman ve asla müslümanlardan arkadaşlarımız bir yana, hiçbir kimsenin bütün kalbimle ve gerçekten de eziyet görmesini sevmediğim gibi, kalbimde -müslümanlardan- herhangi birisi için de hiçbir kin ve kınama duygusu beslemiyorum.
Aksine, ben müslümanları layık oldukları tüm sevgi, saygı ve takdirde hem de eskisinden olduğundan daha çok seviyorum. Herkesin hesabı kendi haline göredir.
İnsan ya müctehiddir, veya doğru ya da yanlış ictihadda bulunabilen biridir. Birincisi içtihadının doğruluğundan ötürü , diğeri ise ictihad etmekten dolayı ecir aldığı gibi, hatası bağışlanmıştır.
Üçüncüsüne gelince; Allah bizi ve tüm müslümanları bağışlasın, dileriz. Bunun için, bu temel prensibe uymayan aykırı söz zeminini ortadan kaldırmak istiyoruz. Örneğin, filan kusur etti, filan amel etmiyor, filancanın sebebiyle Şeyh (İbn Teymiyye kendisi için söylüyor) eziyet gördü, filanca bu davanın (muhakemenin) nedeni oldu gibi; "ashab" ve "ihvan" için üzücü ve kinci olacak sözleri asla kabul etmiyorum. Bu konuda onları hiç kimsenin üzmesine izin vermiyorum.. "La havle vela kuvvete illa billah"   
Bu tür sözler kötü sonucunu, eninde sonunda elbet bir gün sahibine iade eder. Ancak nasihat babından olup Allah'ın bağışlayacağı bir şey olursa, ona diyecek bir sözümüz yoktur. Allah dilerse bağışlar. Çünkü çoklarının geçmiş günahlarını bağışlamıştır.
Yine biliyorsunuz ki şimdi Mısır'da olduğu gibi bir zamanlar Şam'da da "ashab" ve "ihvan" hakkında söylenen ağır sözler, kötü ithamlar asla, bu saldırılara uğrayan kardeşlerin değerinden bir şey alıp götürmez.
Bizden hiç kimse için, ne bir tavır değişikliği ve ne de herhangi bir biçimde hınç besleme yoktur.
Belki o kardeş bu tür ağır sözlerle töhmet altında bırakılıp taarruzlara uğrarken, değeri daha artıyor ve daha çok sevilir.
Ancak, bu gibi olaylar müslümanların maslahatı için zaruridir.
Mümin mümin için birbirini yıkayan iki el gibidir.
Bazan olur ki eldeki kir ancak biraz sert bir hareketle çıkabilir. Yalnız bu sertlikle beraber temiz ve yumuşak olmayı da unutmamalıyız. Ve yine biliyorsunuz ki, hepimiz "Birr" ve "Takva" üzere yardımlaşmakla mükellefiz. Bizim öncekinden de daha canla başla birbirimize yardım etmemiz artık vacib olmuştur.
Kim Mısır'da (şimdilik) veya Şam'da kendisine karşı takınılan sert ve kinci tavırlardan dolayı, kendisi de, aynı tavrı takınır ve kinci olursa, bilirsinki bunu yapanın kendisi hatalıdır. Kim mü'minlerin birbirleriyle yardımlaşmak ve dayanışmak gibi, salih amellerde cimrilik ettiklerini düşünüyorsa o zanda bulunmaktadır. Ve: "Şüphesiz, ki zan hiçbir zaman hakkın yerini tutmaz." (Yunus/36)
Kim cemaatimizden gözden kaybolmuş, veya bugün Mısır'da yanımıza gelmişse; bilmiş olsun ki o öncekisinden de daha çok kalbimizde büyük bir sevgi ve saygıya sahiptir.
Biliyorsunuz ki insan sadece bu davada değil, diğer meselelerin bir çoğunda da olaylarıyorumlamakta ihtilafa düşer. İman ehlinin de böyle farklı farklı görüş ve yapıya sahip olmaları olağandır.
Tabidir ki insanoğlunun nefsi şeytanın vesveselerine kapılmaktan kendisini kurtaramaz. Allah Azze ve Celle kitabında;
"Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik, emaneti üstlenmekten kaçındılar ve onu insan yüklendi. o çok zalim ve bilgisizdir." (el-Ahzab/72) buyurmuştur.
Ben size bundan öncekilerden daha anlamlı ve daha kapsamlı bir nasihatta bulunmak istiyorum:
Bunu büyük olan kardeşin küçüğe, küçük olana siyasetini belirlemesi için söylüyorum.
Siz bu davada (İmam İbn Teymiyyeye akaidi meselelerden dolayı kendisine iftira edilip, hapse atılmasını kastediyor.) ne kadar, yalan iftira, yersiz zanlar ve bozuk heveslerin rol oynadığını biliyorsunuz. Bunu burada baştan yenilemenin anlamı yok. Söylenenin hepsi yalan ve hakkımızda haksız bir iftiradır. Fakat -Allah'ın izniyle- biz onu hakkımızda bir nimet ve hayır olarak kabul ediyoruz.
Allah Azze ve Celle kitabında;
"İftira edenler sizden bir gruptur, onu sizin için şer hesaplamayın, belki O sizin hakkınızda hayırlıdır. Onlardan herbirisi için kazandığı bir günah vardır. Onlardan kibrinin (nefsinin büyüklüğünün) peşine düşen için çok büyük bir azap vardır." (en-Nur/11) buyurmuştur.
Allah yalancıların iftiralarından bizi temizlemek için nurunu ve burhanını izhar etti. Ben asla bu yalan ve iftiralardan herhangi bir kimseye, kardeşlerimin -intikam alma- duygusuyla üstünlüklerini izhar etmelerini hoş görmüyorum.
Ben onlara hakkımı helal ettim. Ben tüm müslümanlar için hayrı dilerim.
Kendi nefsim için sevdiğim hayrı her mümin içinde seviyorum.
Onlardan yalan söyleyip zulmedenlere hakkım helaldir. Ama Allah'ın haklarıyla ilgili olan meselelere gelince; Onlar tevbe ederlerse Allah da tevbelerini kabul eder. Yoksa, Allah'ın hükmü onlar hakkında geçerlidir.
Eğer bir insana kötülüğünden ötürü teşekkür edilmesi gerekirse; ben bu davaya sebep olan herkese teşekkür etmek isterim. Çünkü bu dava sebebiyle dünya ve ahiret hayrına vesile olacak çok gerçekler gün yüzüne çıktı.
Ancak Allah Azze ve Celle nimetlerinin güzelliğinden, rahmeti ve şefkatinden dolayı şükre lâyık olandır. O'nun her hükmü müslüman için hayırdır. Sadık niyet sahipleri niyetlerinden dolayı zaten şükran ehlidir. Hakeza, salih amel sahipleri de amellerinden ötürü övgüyü haketmişlerdir. Kötülük ehline gelince, Allah'ın onları bağışlamasını dileriz.
Siz bunun, benim ahlakım olduğunu biliyorsunuz. Durum olduğundan da daha ciddidir. Fakat insanların hakları birbirine bağlıdır. Hepsinin üzerinde Allah'ın hakları vardır. Onlarda bu haklarda Allah'ın hükmüne bağlıdırlar.
Bildiğiniz gibi "ifk" olayında Ebu Bekri's Sıddık, Mistah b. Usase'ye yaptığı yardımı kesmeye yemin etmişti. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle şu ayeti kerimeyi indirmişti:
"İçinizde faziletli ve varlık sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine -dair- yemin etmesinler, bağışlayıp hoş görsünler. (Siz de) Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz?" Allah çok mağfiret edici ve acıyıcıdır." (en-Nur/22)
Bu ayet-i kerime inince Ebu Bekr (r.a.) şöyle dedi:
"Evet Allah'a yemin olsun ki Allah'ın beni bağışlamasını istiyorum" deyip Mistah'a daha önce belirlediği yardımına devam etti.
Bağışlama ve ihsan hakkında tüm bu zikredilenlerle beraber Allah'ın elçisini ve kitabı'nı gönderdiği gaye uğrunda "cihad" etmek daha yüce daha hayırlıdır:
"Ey iman edenler sizden kim dininden dönerse (bilsin ki): Allah, sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı izzetli bir toplum getirecektir. (Onlar) Allah yolunda cihad ederler ve kınayanların kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği fazlıdır. Allah'ın (lütfü) ve ilmi geniştir." (el-Maide/53, 54, 55.)
Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'a salat ve selam efendimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ve O'nun ashabı üzerine olsun!...

0 yorum:

Ebu Zencefil. Blogger tarafından desteklenmektedir.

Text Widget

Translate ( Çeviri)