Allah'a hamd. O'nun Resulü'ne (sallallahu
aleyhi ve sellem) salat ve selamdan sonra;
Allah Azze ve Celle bana öyle büyük
nimetlerini ve acaib ayetlerini gösterdi ki; bu ayetlerin gereği olarak, Ona çok
büyük şükranda itaat edip sebat içerisinde -güzel bir sabırla sabrederek,
emirlerini yapmak -bize- vacib olmuştur. Zira rahatlıkta kuldan istenen sabır,
zorlukta iken istenen sabırdan daha büyüktür.
"Biz insana rahmeti (mizden)
verip sonra o rahmeti ondan çekip aldığımız da O (ansızın) ümitsiz ve çok
inkar eden birisi olur."
Ona, dokunan bir zarardan sonra
nimetlerimizi tattırınca, şöyle der; (Artık) kötülüklerimden hiçbirşey
kalmadı, der ve sevinçle övünen birisi olur."
Ancak, sabredip salih ameller işleyenler
(böyle yapmazlar) İşte onlar için bağışlanma ve büyük bir mükafat
vardır." (Hûd / 9,10,11)
Biliyorsunuz, Allah Azze ve Celle bu
davada; dininin nusretine vesile olacak, sözünün yücelmesi, hizbinin muzaffer
olması ve dostlarının izzet bulup. "Ehli Sünnet vel-Cemaat'in"
güçlenmesi, "ehli bid'at ve dalalet fırkası" nın zelil olması için bize
çok büyük bir ikramda bulunmuştur. Sizin inancınızda kabul ettiğiniz ve bununla
beraber Sünnet'i savunmanız, hidayet ve zafer kapılarının daha da açılmasına,
harikulade delilleri ve gerçeklerin, önü ardı gelmeyecek bir biçimde Allah'ın
kullarına zahir olmuştur.
İnsanların Sünnete büyük bir şevkle
yönelmelerine vesile olmuştur. Bununla beraber daha nice şükürle karşılanması
gereken büyük nimetler var. Bunun sabırla karşılanması gerekir. Velevki bu,
rahat da olsa.
Biliyorsunuz öyle büyük temel kaideler
vardır ki, kalplerin telifi, sözün birliği, insanların arasını ıslah etmekle
beraber dinin cümlesinden sayılır.
Allah Azze ve Celle;
"Allah'tan korkun ve aranızda ki şeyleri
ıslah ediniz." (el-Enfal/1)
"Allah'ın ipine sımsıkı sanlın,
fırkalara ayrılmayın." (Al-i
İmran/103)
"Kendilerine açık ayetler geldikten
sonra bölünüp, ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azab
vardır." (Al-i İmran/105)
Cemaat olmayı, birlik olmayı emredip ve
ayrılığı yasaklayan buna benzer daha birçok (Kur'an ve Sünnet) nassı
vardır.
Bu gerçeğin sahipleri, cemaat ehli olmaya
layık olanlardır. Nasıl ki cemaatten ayrılanlar "fırka" ismi almaya
layıklarsa.
Sünnet'in aslı Allah'ın Rasulü'ne
(sallallahu aleyhi ve sellem) itaat etmektir.
Müslim'in Ebu Hureyre'den
(r.a.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi ve
sellem) şöyle söylemekte:
"Allah sizin için üç şeye
razı olur;
- Ona ibadet etmeniz, Ona
hiçbir şeyi ortak koşmamanız ve
- Allah'ın ipine topluca
sarılıp fırkalara ayrılmamanız ve
- İşlerinizin başına gelenlere nasihatta
bulunmanız."
Yine sünen kitaplarında Zeyd b.
Sabit ve Abdullah b. Mesud'un rivayet ettikleri bir hadiste de
Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
"Allah bizden bir hadis
duyup o hadisi duymayana, ulaştıranın yüzünü Cennet nimetlerinin sevinciyle
aydınlatsın. Nice fıkıh taşıyan adam var ki fakih değildir ve nice fıkhı taşıyan
onu kendinden daha fakih olana taşır"
"Üç şeyde müminin kalbine hiyanet duygusu
sirayet etmez (usanmaz). Allah için amelini halis kılmak, Ulu'l emre
nasihatte bulunmak ve müslümanlann cemaatine katılmak. Çünkü onların duaları
kendilerini kuşatmıştır."
Yani müslümanın kalbi bu güzel
özelliklerden hiç birisine karşı kin ve soğukluk duymaz. Aksine müslümanın kalbi
bunu sever ve buna razı olur.
Bu gerçeklerin ilki, -Allah sizden razı
olsun- benim hakkımda bildiklerinizdir. Ben hiçbir zaman ve asla müslümanlardan
arkadaşlarımız bir yana, hiçbir kimsenin bütün kalbimle ve gerçekten de eziyet
görmesini sevmediğim gibi, kalbimde -müslümanlardan- herhangi birisi için de
hiçbir kin ve kınama duygusu beslemiyorum.
Aksine, ben müslümanları layık oldukları
tüm sevgi, saygı ve takdirde hem de eskisinden olduğundan daha çok seviyorum.
Herkesin hesabı kendi haline göredir.
İnsan ya müctehiddir, veya doğru ya da
yanlış ictihadda bulunabilen biridir. Birincisi içtihadının doğruluğundan ötürü
, diğeri ise ictihad etmekten dolayı ecir aldığı gibi, hatası
bağışlanmıştır.
Üçüncüsüne gelince; Allah bizi ve tüm
müslümanları bağışlasın, dileriz. Bunun için, bu temel prensibe uymayan aykırı
söz zeminini ortadan kaldırmak istiyoruz. Örneğin, filan kusur etti, filan amel
etmiyor, filancanın sebebiyle Şeyh (İbn Teymiyye kendisi için söylüyor) eziyet
gördü, filanca bu davanın (muhakemenin) nedeni oldu gibi; "ashab" ve
"ihvan" için üzücü ve kinci olacak sözleri asla kabul etmiyorum. Bu
konuda onları hiç kimsenin üzmesine izin vermiyorum.. "La havle vela kuvvete
illa billah"
Bu tür sözler kötü sonucunu, eninde sonunda
elbet bir gün sahibine iade eder. Ancak nasihat babından olup Allah'ın
bağışlayacağı bir şey olursa, ona diyecek bir sözümüz yoktur. Allah dilerse
bağışlar. Çünkü çoklarının geçmiş günahlarını bağışlamıştır.
Yine biliyorsunuz ki şimdi Mısır'da olduğu
gibi bir zamanlar Şam'da da "ashab" ve "ihvan" hakkında söylenen
ağır sözler, kötü ithamlar asla, bu saldırılara uğrayan kardeşlerin değerinden
bir şey alıp götürmez.
Bizden hiç kimse için, ne bir tavır
değişikliği ve ne de herhangi bir biçimde hınç besleme yoktur.
Belki o kardeş bu tür ağır sözlerle töhmet
altında bırakılıp taarruzlara uğrarken, değeri daha artıyor ve daha çok
sevilir.
Ancak, bu gibi olaylar müslümanların
maslahatı için zaruridir.
Mümin mümin için birbirini yıkayan iki el
gibidir.
Bazan olur ki eldeki kir ancak biraz sert
bir hareketle çıkabilir. Yalnız bu sertlikle beraber temiz ve yumuşak olmayı da
unutmamalıyız. Ve yine biliyorsunuz ki, hepimiz "Birr" ve "Takva"
üzere yardımlaşmakla mükellefiz. Bizim öncekinden de daha canla başla
birbirimize yardım etmemiz artık vacib olmuştur.
Kim Mısır'da (şimdilik) veya Şam'da
kendisine karşı takınılan sert ve kinci tavırlardan dolayı, kendisi de, aynı
tavrı takınır ve kinci olursa, bilirsinki bunu yapanın kendisi hatalıdır. Kim
mü'minlerin birbirleriyle yardımlaşmak ve dayanışmak gibi, salih amellerde
cimrilik ettiklerini düşünüyorsa o zanda bulunmaktadır. Ve: "Şüphesiz, ki zan
hiçbir zaman hakkın yerini tutmaz."
(Yunus/36)
Kim cemaatimizden gözden kaybolmuş, veya
bugün Mısır'da yanımıza gelmişse; bilmiş olsun ki o öncekisinden de daha çok
kalbimizde büyük bir sevgi ve saygıya sahiptir.
Biliyorsunuz ki insan sadece bu davada
değil, diğer meselelerin bir çoğunda da olaylarıyorumlamakta ihtilafa düşer.
İman ehlinin de böyle farklı farklı görüş ve yapıya sahip olmaları
olağandır.
Tabidir ki insanoğlunun nefsi şeytanın
vesveselerine kapılmaktan kendisini kurtaramaz. Allah Azze ve Celle
kitabında;
"Biz emaneti göklere, yere, dağlara
teklif ettik, emaneti üstlenmekten kaçındılar ve onu insan yüklendi. o çok zalim
ve bilgisizdir." (el-Ahzab/72)
buyurmuştur.
Ben size bundan öncekilerden daha
anlamlı ve daha kapsamlı bir nasihatta bulunmak istiyorum:
Bunu büyük olan kardeşin küçüğe, küçük
olana siyasetini belirlemesi için söylüyorum.
Siz bu davada (İmam İbn Teymiyyeye akaidi meselelerden dolayı kendisine
iftira edilip, hapse atılmasını kastediyor.) ne kadar, yalan iftira, yersiz zanlar ve
bozuk heveslerin rol oynadığını biliyorsunuz. Bunu burada baştan yenilemenin
anlamı yok. Söylenenin hepsi yalan ve hakkımızda haksız bir iftiradır. Fakat
-Allah'ın izniyle- biz onu hakkımızda bir nimet ve hayır olarak kabul
ediyoruz.
Allah Azze ve Celle
kitabında;
"İftira edenler sizden bir gruptur, onu
sizin için şer hesaplamayın, belki O sizin hakkınızda hayırlıdır. Onlardan
herbirisi için kazandığı bir günah vardır. Onlardan kibrinin (nefsinin
büyüklüğünün) peşine düşen için çok büyük bir azap vardır." (en-Nur/11) buyurmuştur.
Allah yalancıların iftiralarından bizi
temizlemek için nurunu ve burhanını izhar etti. Ben asla bu yalan ve
iftiralardan herhangi bir kimseye, kardeşlerimin -intikam alma- duygusuyla
üstünlüklerini izhar etmelerini hoş görmüyorum.
Ben onlara hakkımı helal ettim. Ben tüm
müslümanlar için hayrı dilerim.
Kendi nefsim için sevdiğim hayrı her mümin
içinde seviyorum.
Onlardan yalan söyleyip zulmedenlere hakkım
helaldir. Ama Allah'ın haklarıyla ilgili olan meselelere gelince; Onlar tevbe
ederlerse Allah da tevbelerini kabul eder. Yoksa, Allah'ın hükmü onlar hakkında
geçerlidir.
Eğer bir insana kötülüğünden ötürü teşekkür
edilmesi gerekirse; ben bu davaya sebep olan herkese teşekkür etmek isterim.
Çünkü bu dava sebebiyle dünya ve ahiret hayrına vesile olacak çok gerçekler gün
yüzüne çıktı.
Ancak Allah Azze ve Celle nimetlerinin
güzelliğinden, rahmeti ve şefkatinden dolayı şükre lâyık olandır. O'nun her
hükmü müslüman için hayırdır. Sadık niyet sahipleri niyetlerinden dolayı zaten
şükran ehlidir. Hakeza, salih amel sahipleri de amellerinden ötürü övgüyü
haketmişlerdir. Kötülük ehline gelince, Allah'ın onları bağışlamasını
dileriz.
Siz bunun, benim ahlakım olduğunu
biliyorsunuz. Durum olduğundan da daha ciddidir. Fakat insanların hakları
birbirine bağlıdır. Hepsinin üzerinde Allah'ın hakları vardır. Onlarda bu
haklarda Allah'ın hükmüne bağlıdırlar.
Bildiğiniz gibi "ifk" olayında
Ebu Bekri's Sıddık, Mistah b. Usase'ye yaptığı yardımı kesmeye
yemin etmişti. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle şu ayeti kerimeyi indirmişti:
"İçinizde faziletli ve varlık sahibi
kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından)
vermeyeceklerine -dair- yemin etmesinler, bağışlayıp hoş görsünler. (Siz
de) Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz?" Allah çok mağfiret edici ve
acıyıcıdır." (en-Nur/22)
Bu ayet-i kerime inince Ebu Bekr
(r.a.) şöyle dedi:
"Evet Allah'a yemin olsun ki Allah'ın
beni bağışlamasını istiyorum" deyip Mistah'a daha önce belirlediği yardımına
devam etti.
Bağışlama ve ihsan hakkında tüm bu
zikredilenlerle beraber Allah'ın elçisini ve kitabı'nı gönderdiği gaye
uğrunda "cihad" etmek daha yüce daha hayırlıdır:
"Ey iman edenler sizden kim dininden
dönerse (bilsin ki): Allah, sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı
alçak gönüllü, kafirlere karşı izzetli bir toplum getirecektir. (Onlar)
Allah yolunda cihad ederler ve kınayanların kınamasından korkmazlar. Bu,
Allah'ın dilediğine verdiği fazlıdır. Allah'ın (lütfü) ve ilmi geniştir."
(el-Maide/53, 54, 55.)
Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'a salat
ve selam efendimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ve O'nun ashabı
üzerine olsun!...
|
0 yorum: