Hapishane Mektupları - Dördüncü Mektup
İbn Teymiyye bu mektubunu Mutasavvıf
Şeyh Nasr el-Menbeci'ye yazmıştır. Şeyh Nasr İbn Teymiyye'yi Ruknuddin
Caşengir'e şikayet eden ehl-i tasavvuf arasındaydı.
Buna rağmen biz İbn Teymiyye'nin Ona
yazdığı bu mektubunda hoşgörü vakar ve alimlere yakışır bir olgunluk görüyoruz.
Zira "tebliğ" veya "ıslah", "kışkırtma" ve "karalama"dan
çok farklı değerlerdir.
İbn Teymiyye mektubunda İman'la
Şeriatın ahkamının bütünleşmiş olduğunu bunun ayrılmazlık kabul etmediğini
söylemek istiyor. Çünkü İman'dan kaynaklandığı söylenen sevgi ancak Kur'an ve
Sünnetten beslenmiş olursa sağlıklı olur.
(el-Fetava: c. 2, sh:
452.)
|
Ahmed b. Teymiyye'den Şeyh-i Arif,
örnek, âbid ve zahid İnsan (Ebu'l-Feth Nasr'a) Allah O'nun batın ve zahirini
velî kullarının kalblerini açtığı şeyle açsın, O'nu insanların ve cinlerin
şeytanlarına karşı açık ve gizli olarak üstün kılsın. O'nu Allah'ın Şeriat'ına
uygun olarak Tarikat-ı Muhammediye'de (sallallahu aleyhi ve sellem)
yürütsün ve O'nun gayretiyle dînin özlü gerçeklerini kullarına
açıklattırsın.
Şüphesiz Allah sizin gibi bir insana din ve
dünya işlerinde nimetleriyle zahirde ve batında lütufta bulundu ve yeryüzünde
büyüklük taslamayı ve fesad çıkarmayı istemeyenlerin kalblerine sizin sevginizi
yerleştirdi. Bunu sizin güzel bilginiz ve niyetinize bakarak yaptı. Allah Azze
ve Celle. Muhammed'i (sallallahu aleyhi ve sellem) en olgun sevgi ve en olgun
bilgiyle gönderdi. Böylece Allah Azze ve Celle, kendi sevgisi ve Resulü'nün
(sallallahu aleyhi ve sellem) sevgisiyle, içinde "şirk" olan sevgiyi
birbirinden ayırdı.
"İnsanlardan öyleleri vardır ki,
Allah'tan başka O'na denk (İlahlar edinirler), onları Allah'ı sever gibi
severler. Allah'a iman edenler Allah'ı daha çok severler." (el-Bakara/165)
Bunun için imani sevgi, imani lezzetin ve
dînî vecd'in aslı oldu.
Buhari ve Müslim'de Enes'ten (r.a.) gelen
bir hadis-i şerifte Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi ve
sellem):
"Üç haslet kimde bulunursa
kalbinde İmanın lezzetini (tatlılığını) bulur:
- Allah ve Resulü
kendisine daha sevgili olan kimse,
- Bir kişiyi ancak Allah
için seven kimse,
- Allah kendisini
küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre düşmekten ateşe düşmekten irkildiği
gibi nefret eden kimse" buyuruyor.
Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi ve
sellem) imanın tatlılığını Allah'ın sevgisi ve faziletli Resulü'nün (sallallahu
aleyhi ve sellem) sevgisine bağladı. Allah Resulü'nü (sallallahu aleyhi ve
sellem) sevmek Allah'ı sevmektir.
Müslim'de Abbas'tan (r.a.) gelen bir
rivayette Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle
söyler:
"Kim Rab olarak Allah'tan,
din olarak İslam'dan ve Resul olarak Muhammed'den (sallallahu aleyhi ve
sellem) razı olmuşsa imanın tadını almıştır."
İmanın tadını almayı bu esaslara razı
olmaya bağladı. Tıpkı "Vecd" i sevgiye bağlı kıldığı gibi. Allah'ın
Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu. zahirî amellerin aslı ve batını
amellerin meyvesi olan "Zevk" ile "Vecd"in Allah ve Resulü'nün
(sallallahu aleyhi ve sellem) emrettikleriyle, başkalarının emrettiklerinin
arasına bir fark koymak için yapmıştır.
Sehl b. Abdillah et-Tüsterî'nin
(rh.a) dediği gibi:
"Kitap ve Sünnetin şahidlik etmediği her
"vecd" batıldır."
Bunun için Allah Azze ve Celle kendisini
seven kullarına şöyle seslenir:
"De ki: eğer siz Allah'ı seviyorsanız
bana uyunuz ki, Allah sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." (Al-i İmran/31)
El-Hasen el-Basrî de diyor ki:
"Allah'ın Resulü (sallallahu
aleyhi ve sellem) zamanında insanların bazıları Allah'ı sevdiklerini söyleyince,
Allah Azze ve Celle'de bu ayeti indirdi."
Böylece, Allah sevgisini Resulü'nün
sevgisine, kendisinin de kullarına olan sevgisini Resulü'nün (sallallahu aleyhi
ve sellem) sünnetine uyma şartına bağladı.
Allah kendisini seven kullarını
tanımlarken:
"Ey iman edenler sizden kim dininden
dönerse, o zaman Allah (onun yerine) kendisinin onları, onlarında
kendisini sevdiği, müminlere karşı gayet yumuşak, kafirlere karşı da gayet
onurlu ve sert bir toplum getirir ki onlar Allah yolunda savaşırlar, hiç bir
ayıplayanın ayıplamasından korkmazlar. Bu Allah'ın lutfudur ki dilediği kimseye
verir. Allah (lutfu) geniş olandır, (her şeyi) bilendir."
buyurur. (el-Maide/54)
Allah bununla kendisini seven ve kendi
katında da sevgiye layık olan kullarını "izzet" ve "cemal"
sıfatlarını, övdüğü Resulü'nün sıfatlarıyla birleştirmektedir. Daha önceki
ümmetler de bu iki sıfat ayrı ayrı değerlendiriliyordu. Bu sıfat, Allah'ın
düşmanlarına karşı "tavizsiz" ve "izzetli", Allah'ın dostlarına ve
Resulü'ne (sallallahu aleyhi ve sellem) karşı "şefkat" ve "rahmet"
le muamelede bulunmadır.
Sufîlerin büyüklerinden birinin dediği
gibi:
Vatandan (uzak)
Yuvadan uzak,
Ağlar o diyarın harabelerine,
Aşık, fakat bilmez kime (aşık)
olduğunu...
Allah'ın rahmeti üzerinize olsun Allah size
Muhammed'i sevgi ile müşterek sevgiyi ayıracak bilgiyi
vermiştir.
Bunun için, kemale eren Şeriat Allah'ın
adıyla gelmiştir. Allah'tan bir şey dilemede O'nun "Rabb" adıyla
istenmesi meşru kılınmıştır. Namaz kılan ve Allah'ı zikredeni:
"Allahu Ekber, Subhanallah,
elhamdülillah, ve La ilahe illallah" der. O'na dua edip yalvarmada
Allah Azze ve Celle şöyle dememizi bize öğretiyor:
"Ey Rabbimiz nefislerimize
zulmettik." (el-A'raf/23)
"Rabbim beni, annem ve babamı
bağışla." (Nuh/28)
"Rabbimiz günahlarımızı ve bu işimizde
(dinimizde) haddi aşmamızı bağışla ve ayaklarımızı (hak üzere)
sabit kıl." (Al-i İmran/148)
Böyle olmasına rağmen "sufîlerin"
çoğu: "seyr-i sülûkunda; kulların, "Rububiyet" ve "Kayyumiyeti"ne
şehadet etmektedirler."
Böylece bu Rabbani Tevhid ile
kendisine emrolup istenenlerden gaflet içerisinde fenaya dalar.
Halbuki Tevhid-i Rabbani, Allah Azze
ve Celle'den daha sevgili olan başka şey olmadığını kabullenme, emirlerine boyun
eğme ve Resulü'ne (sallallahu aleyhi ve sellem) itaat etme makamıdır.
Her ne emredilecekse Onun emriyle ve her ne
de yasaklanacaksa O'nun yasaklamasıyla yasaklanır.
Din ancak O'nun için sevmek ve O'nun için
nefret etmektir.
Kim bu "Tevhid" den yüz çevirir ve O
birincisiyle amel ederse; "Eğer Allah dileseydi ne biz, ne de babalarımız
şirk koşmazdık." diyen müşrik kadercilere benzemiş olur.
Kim de birincisini bırakıp sadece
ikincisine sarılırsa, O, Allah'ın ne kulların fiillerini ve ne de tüm
evrendekilerin hareketlerini yarattığına inanmayan ateşperest kadercilerden
olur.
Birincisi helal ve haram tanımayan sapık
"İbahiye" taifesidir. Bunu ancak heva ve heveslerinin emrine uyarak
yaparlar. Yoksa bu bir süreklilik göstermez. Bu tür kimseler Şeriatın sınırlan
dışına çıkan ve hevalarının hoş gördürdüğünü ilahlaştıranlar arasında çoktur.
Onların kendilerine özgü bir kibirleri ve yapmakla emrolunmadıkları ibadetleri
vardır. Bu onlara içinde fasid amel bulunan bazı yararlar sağlayabilir. Onlar
bazı yönlerden rahiplere ve putlara tapan hintlilere
benzerler.
Bunun için Şeyh Abdulkadir el-Geylanî
(Allah O'na rahmet eylesin):
"İnsanların Öylesi
vardır ki kaza ve kader konusuna girdikleri zaman dillerini tutarlar. Fakat bana
bu konuda öyle bir pencere açıldı ki; hakkın kaderine hak ile hak için meydan
okudum, Velî, kadere karşı cesurca çıkandır, ona muvafık olan değil"
demiştir.
Hz. Ömer (r.a.)'ın "Allah'ın bir kaderinden diğer kaderine sığındım" demesi
gibidir, (çeviren)
Şeyh'in bu yaptığı, Muhammedi bir dille
konuşmaktır.
Yani Müslüman Allah'ın emrettiklerini
yapmak, yasaklarından kaçınmakla yükümlüdür. Velev ki bunun sebebleri takdir
edilmiş olsun. O, Allah'ın bir kaderine, diğer bir kader ile karşılık verir.
Et-Taberanî'nin rivayet ettiği bir
hadisi şerifte Allah'ın Resul'ü (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Dua ve belâ gökle
yer arasında karşılaşırlar" buyurmuştur.
Et-Tirmizî'nin rivayetinde:
"Ey Allah'ın Resulü
(sallallahu aleyhi ve sellem); kendimizi tedavi edebileceğimiz ilaçlar,
kendimizi sakınmak için yapılan rukyeler ve takiyye için ne dersiniz? Acaba
bunlar Allah'ın kaderinden bir şeyi geri çevirir mi?" diye sordular.
Allah'ın Resulü (sallallahu
aleyhi ve sellem);
"Onlarda Allah'ın
kaderindendir" buyurdu.
Müslüman her canlının alnının Allah'ın
kudret elinde olduğunu ve O'nun her şeye gücünün yettiğini ve alemlerin
Rabbi'nin O olduğunu, kulların kalplerinin ve alınlarını O'nun elinde olduğunu
görür. O'ndan başka yaratıcı, yarar ve zarar verici, veren ve alan, koruyan,
yücelten ve alçaltan yoktur.
Ve yine emredilen ameli çokça yapmak,
şüphelerin çoğundan kaçmak, ancak Allah rızası içindir.
İşte bu, tüm peygamberlerin üzerinde
ittifakla birleştikleri en çok geniş anlamıyla İslâm ve İmandır. Mekkî Surelerin
hepsi bu dîni insanlığın kalbine oturtmak amacıyla inmiştir.
"Allah Nuh'a dinden buyurduğu şeyleri
size de şeriat kıldı. Gerek sana vahyettiğimiz, gerek İbrahime, Musa'ya ve
İsa'ya vasiyet ettiğimiz (şey) dini ikame ediniz ve onda ayrılığa
düşmemenizdir. Fakat müşriklere, kendilerini davet ettiğin şey (tevhid
çok) büyüdü. Allah dilediğini o din için seçer ve kalbiyle ve bedeniyle itaat
edip yöneleni o dine eriştirir." (eş-Şura:13)
"Andolsun ki her
ümmete: "Allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının" diye (söylemeleri için) bir rasul
gönderdik.." (en-Nahl/36)
Bunun için İmam Buhari sahihinde:
(Peygamberlerin dini birdir.) diyen bir bölüm açmıştır.
Allah-u Teala:
"Sizden iman edenler. Yahudi. Nasranîler
ve Sabîîler'den de iman edip salih amel işleyenler için (ahiret yurdunda)
ne bir korku ne de bir üzüntü vardır."
Din sahibi milletler dört sınıftır.
(Allah'a ve ahiret gününe iman edip salih amel işleyenler). Bu dinlerin
tebdilinden önceydi. Ayetin başında mü'minler söz konusu edilmişlerdir. Bu,
Şeriatın sözünü ettiği halis imandır.
"(Ey Resulüm) sana da kendinden
önceki (hem) kitabı tasdik edici (hem de doğrulayıcı) ve ona karşı
bir şahid olarak, hile o bu kitab'ı (Kur'an'ı) indirdik. O halde (Sen
de) onların arasında Allah'ın indirdiği (Kur'an) ile hüküm ver. Ve
sana gelen gerçek (hükmü) bırakıp bunların hevalarına uyma. Bizlerden
herbiriniz için bir şeriat ve yol koyduk. Allah dileseydi. elbette sizi (tek bir
ümmet kılabilirdi. Fakat o size verdiği (şeriat) ile sizi imtihan etmek
için (bir tek ümmet kılmadı.) öyleyse hayır işlerinde yansın. Dönüşünüz
topluca Allah'adır. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri, siz o haber
verecektir." (el-Maide:48)
İslâmî Şeriat ve Minhac (yol) Hz.
Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetine özgüdür.
"Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı
bir ümmetsiniz." (Al-i
İmran/110)
Medenî sureler bu amaçla inmiştir. Çünkü
Allah'ın Şeria'tının hükümlerinin çoğu, Sünnet (ümmetin tutacağı yol) farzlar ve
hadlerin hepsi peygamber şehri Medine'de İnmiştir.
Hizmetinizde bulunan bazı insanlardan
bana "ittihad" (vahdet-i vücud) mezhebinin görüşlerini andıran haberler
ulaştığı için, sizin hizmetinizde bulunan insanlara herhangi bir şahsı hedef
almadan bu mektubu ince bir şekilde söz konusu olan bazılarına cevap olarak
yazmam gerekti.
Allah'ın adıyla söylüyorum ki hiç bir
insanın bizzat kendisi doğrudan doğruya eleştirimizin konusu değildir. Biliyoruz
ki fazilet sahibi Şeyh mü'minlerin etrafında halkalandıkları bir zâttır. Bizim
için Allah'ın dininde ve dünyalık işlerde O'na layık olduğu biçimde yardım etmek
vacibtir.
Ben bu konuda bir kitap yazmıştım, belki
Şeyhimize gönderilir. Ayrıca bu konuda şeyhimiz "İmaduddîn" de bazı
risaleler yazmıştı. Allah Azze ve Celle her şeyi hakkıyla biliyor. O'nun bilmesi
bizim için yeter. Eğer bu "vahdet-i vücud" cuların zararlarından Allah
yolunun saliklerini sakındırıp korumayı dinin en büyük vaciblerinden görmemiş
olsaydım, bu tarikatın Allah'a ve Resulüne (sallallahu aleyhi ve sellem) iman
etmiş olanlar için gizli akidelerinin açıklanmasına gerek
duymazdım.
Fakat Şeyh (Allah kendisine ihsanda
bulunsun) çok iyi biliyor ki. Nebevi davetin, belki tüm yaratılmış olanların
yaratılmış olmaları ve peygamberlerin gönderilmiş olmalarındaki yegane gaye
Din'in yalnız Allah Azze ve Celle'nin olmasıdır.
Çoğu zaman Moğol istilası ve İslam
Şeriatı'nın böyle yok olmaya yüz tutmasının en büyük sebeplerinden birisi olarak
kendisinin ilahlığını iddia edecek olan kör deccalin öncü güçleri olduğunu
zannediyordum. Onların sözleri yeryüzündeki "Şirk" in tamamını içeriyor.
Onlar Allah'ı Tevhid'le birlemiyorlar. Onlar Ancak Allah ile evrende yaratılmış
olanlar arasındaki ortak (müşterek) şeyi birliyorlar. Dolayısıyla bunlar
Rabb'lerinden yüz çeviren bir kavim olmuşlardır.
Hattâ salih insanların bazısından duydum:
"O taifeden olan insanlardan birisi
islam topraklarının kendisine dar geldiğini yetmediğini Hindistan'a gitmek
istediğini söyler. Ona göre Hintliler müşriktiler, bitki, hayvan gibi şeylerin
hepsine ibadet ediyorlardı..."
Eğer onlar gerçekten nebilerin ve
Resullerin yolunu (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) tutmuş olsalardı,
hidayete erecekler ve gerçek bilgiye ve gönül rahatlığına
kavuşacaklardı.
Ben azamet sahibi olan Allah Azze ve
Celle'den müslümanlann hepsini ıslah edip faziletli Şeyh'i davetçilerinin en
hayırlılarından kılmasını diliyorum.
Allah Teala:
"Sizden hayra davet eden iyiliği emredip
kötülükten alıkoyan bir ümmet olsun. İşte onlar kurtuluşa erecek
olanlardır." buyurur. (Al-i
İmran/164)
Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi
üzerinize olsun. (imamın
fetvalarından, c.2 sh: 452 (den kısaltılarak.)
|
0 yorum: