Hapishane Mektupları - Birinci Mektup
İbn Teymiyye'nin Şam'da iken Kıbrıs
Kralı Sergius'a yazdığı bir mektuptur.
İbn Teymiyye bu mektubunda hem
dinlerin özü oban "tevhid" akidesini, hem de eleştirel mukayeseli din
felsefesi cihad ve davet diplomasisini en güzel şekilde bir arada gözler önüne
sermektedir.
Mektupta hristiyanlığın özüne ve
hristiyanların o tarihlerde Müslümanlara karşı yürüttükleri ikiyüzlü ve haince
savaşlarına Ciddi eleştiriler vardır.
(el-Fetava: c. 28, sh:
610-630.)
|
Ahmed b. Teymiyye'den dininin
halkının büyüğü, din adamlarının destek ve yardımını görmüş, piskoposlar,
rahipler, prensler, katipleri ve halkı tarafından sevilen Sergius'a...
Selam hidayete erenlerin üzerine
olsun.
İbrahim'in ve Al-i İmran'ın Rabbi olan ve
kendisinden başka ilah olmayan Allah'a hamd ederek -sözlerime-
başlarım.
Allah kulları arasından peygamberler ve
nebiler göndermiştir. Onlar arasından da. Nuh, İbrahim, Musa, İsa,
Muhammed'i (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) "Ulu'l-Azm"
peygamberler olarak göndermiştir. Allah kitabında bu peygamberler hakkında şöyle
buyurur:
"Dini ikame edip onda ayrılığa
düşmeyesiniz diye (Allah) Nuh'a tavsiye ettiği dinden-ve sana
vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi size şeriat
kıldı. Müşrikleri çağırdığın (bu şeriat) onların (nefsinde) çok
büyüdü. Allah kendisine dilediğini seçer ve kendisine yöneleni doğru yola
iletir." (eş-Şura/13)
Yine Allah Azze ve Celle:
"Hani biz peygamberlerden ve senden
misak aldığımız gibi İbrahim, Musa, ve Meryem oğlu İsa'dan da
(iltisaklarını) almıştık. Biz onlardan pek ağır bir misak almıştık. Allah
bu misakı doğrulara, doğruluklarından sormak için aldı ve kafirler için açık acı
bir azap hazırladı." (el-Ahzab/7-8)
Allah'ın salat ve Selamı; Peygamberlerin
hatemi, peygamberlerin Rablerinin huzuruna çıktıklarında. Peygamberlerin imamı,
insanların şefaatçisi rahmet ve Cihad peygamberi, Peygamberlerin süsü, Allah'ın
"sözü" ve "ruhu" (emri) İmran kızı Meryem'in (a.s.) oğlu hidayet
elçisi, Allah katında dünya ve ahirette nur yüzlü makamı Allah'a en yakın olan
ve güzel sıfatlarla süslenen rahmet peygamberi, İsrailoğullarının Musa'dan
(a.s.) aldıkları ahidle Mesih'in haber verdiği ve kuvvet ve azametle övüp
tanıttığı peygamberlerin sonuncusu, kafirlere karşı şiddetli, mü'minlere karşı
ise merhametli, şeriatı kendisinden önce gönderilmiş olan Peygamberlerin
şeriatlarının hepsini tüm güzellikleriyle içeren Hz. Muhammed'e (sallallahu
aleyhi ve sellem) ve ondan önce gelmiş olan ve onların yolundan gidenlerin
üzerine olsun!
Allah Azze ve Celle yarattıklarını, yüce
kudretiyle yarattı.
Yarattıklarında iradesinin, hikmetinin,
rahmetinin eserlerini ve yaratılış gayelerini de izhar etti.
Bu gayenin de O'na kulluk olduğunu haber
verdi. Bunun aslı da Allah'ı bilmek ve O'nu sevmektir.
Allah kimi doğru yoluna iletmiş, ona kendi
katından merhamet edip, ilim, güzel adları, yüce sıfatları hakkında bilgi vermiş
ve o kişiye kendisine kalpten yönelme, adı anılınca korkma, O'na huşu ile kulluk
etme ve "İlah" olarak yalnız O'nu görme bilgisini vermiş ise, kartalların
yavrularına karşı duydukları şefkat gibi ona şefkat eder. Annenin çocuğunu
sevdiği gibi ona sevgi besler. O kul o zaman yalnız ve yalnız Allah'ı severek,
"korku" ve "sevgi" içerisinde kulluk eder. Dinini O'nun için halis
kılar. O öncekilerin de sonrakilerin de Rabbidir.
Din gününün sahibi, gördüğümüz ve
görmediklerimizin yaratıcısı "gayb" ve "şehadet" aleminin sahibi,
bir şeyi yaratmak istediğinde, hemen o şeyin kudretiyle varolduğu bir
Rabdir.
O Kendinden başka hiçbir şeyi kendisine
denk edinmemiştir.
Allah'a iman etmeyenler Allah'tan başka
O'na denk koştuklarına Allah'ın sevgisi gibi, hatta daha kuvvetlice
bağlanırlar.
Allah'a iman edenler ise Allah'ı daha çok
severler. Onlar Rablerine kimseyi ortak koşmazlar. O'ndan başka kimseyi, ne
melekleri ne peygamberlerden bir peygamberi ne de bir arkadaşlarını -mutlak
anlamda-dost ve yardımcı olarak tutmazlar.
Allah Musa'ya (a.s.) ve ümmetine 12 esbat
(soy) adedince denizi kuru bir yol haline getirip, suları sağlarında ve
sollarında dağlar gibi ayırıp ikiye böldü. O'nun kavminin üzerine rahmetinden
bembeyaz bulutları gönderip, onları serinletmek için gölgeledi. Nereye
giderlerse o bulutlar da, onlarla beraber hareket ederdi. Onlara her sabah
bıldırcın eti ve helva indirirdi. Susadıklarında Musa (a.s.) asasını taşa vurur
o taştan -Allah'ın izniyle- 12 gözden sular fışkırır ve her sıpt (soy) kendi
gözünden içerdi.
İsrailoğullarından öyle peygamberler
gönderdi ki, onlardan Musa (a.s.) gibi Allah Azze ve Celle'nin izniyle ölüleri
dirilten çıktı. Kimisinin eliyle Allah Azze ve Celle hastaların hastalıklarını
giderip onlara şifalar verdi.
Onların kimine dilediği gibi gayb ilminden
öğretti. Onlardan kimine de yarattıklarını hizmetçi kılıp onlara türlü mucizeler
verdi.
Bütün bu anlattıklarımız; Yahudi ve
Hıristiyan tüm ümmetlere ve milletlere gönderilmiş ve şu anda ellerinde bulunan
kitaplarda da dediklerimiz üzerine ittifak edilmiştir.
"Şu'ya, Ermiya, Danyal, Habkuk, Davud,
Süleyman" (Allah'ın selamı onların üzerine olsun.) gibi. Kralların kitabı ve
içinde ibretler dolu diğerleri de buna şahiddir.
İsrailoğulları çok katı kalpli isyancı bir
millet idi. Kah putlara ibadet ederler, kah Allah'a. Kimi zaman haksız yere
peygamberlerini öldürürler, kimi zaman da en adi hilelerle Allah'ın haram
kıldığını helal kılarlardı. Bunun üzerine ilk önce Davud'un (a.s.) diliyle
lanetlendiler. Kudüs'ün harap oluşunu bu milletten olup bilmeyen
yoktur.
Sonra Allah-u Teala Meryemoğlu İsa'yı
kendisinden önce birçok peygamber geçtikten sonra gönderdi. Onu ve annesini
kendisinin ayetlerinden bir ayet kıldı. Çünkü gökte ve yerde olan ne varsa hepsi
Allah'ın kuludur. Rableri onları tek tek bilir. Onların her birini kıyamet günü
Allah'ın huzuruna tek başına gelecektir.
İşte Muhammed'i (sallallahu aleyhi ve
sellem) insanlar arasından seçerek, hidayetine, ilmine layık görüp insanların
hakkında ayrılığa düştükleri şeyde, O'nu doğru ve iyi olana
iletti.
İnsanlar Adem (a.s.) zamanında olduğu gibi
Nuh (a.s.) zamanında da "Tevhid" ve "İhlas" üzereydiler. İnsanlar
Tevhid'i bırakıp şirk koşuncaya ve putlara tapıncaya kadar böyle devam etti.
Allah Azze ve Celle'nin bu konuda bir kitap ve haber indirmemesine ve peygamber
göndermemesine rağmen şeytan en fasid kıyaslamalarıyla bu insanlara, şüphelerini
ve sapık felsefelerini süslü gösterdi.
Onların bir kısmı heykelleri, gökteki
yıldızların en yüksek gök tabakalarının ve yüce ruhların tılsımı sandı. Diğer
bir kısmı da bir zamanlar kendilerine gönderilmiş olan peygamberler ve onların
yolundan giden salih insanların suretlerine benzeterek heykeller yapıp onlara
İbadet ettiler. Bazıları da bu heykelleri adi ruhlar, cin ve şeytanların
suretleri üzere (Totem) yonttular.
Böylece insanların çoğu kendi
başlarındakileri taklid edip doğru yoldan ayrıldılar.
Bunun üzerine Allah-u Teala Peygamberi
Nuh'u (a.s.):
"Allah'tan başka ibadete layık ilah
olmadığını, ortağı ve benzeri bulunmadığını, Allah'tan başkasına ibadet
etmemeleri gerektiğini tebliğ etmek ve Tevhid'e da'vet için gönderdi."
Velev ki onlar bu taptıklarının kendileri
Allah'a yaklaştıracağı zannı içinde olsalar bile.
Nuh (a.s.) kavmi arasında 950 yıl yaşadı.
Allah-u Teala O'nun kavminden ancak çok az bir kısmının iman edeceğini? O'na
ehlini O'nun duasıyla helak etti.
O'ndan sonra da peygamber(ler) geldi. Daha
sonra yine yeryüzü fesada boğuldu, insanlar arasında "Sabîilik" ve
"şirk" yayılmaya başladı. Öyle ki yeryüzünü Nemrud'lar ve Firavunlar
işgal edip zalim yönetimlerini yeryüzünün şarkında ve garbında egemen
kıldılar.
Allah Azze ve Celle bunun üzerine
haniflerin İmamı halis dinin esası İbrahim (a.s.)'dan kalan emanetin
devamı olan ve insanları şirkten temizleyip, putlara ibadet etmekten kurtarıp,
Allah'ın halis dini olan İslam'a davet eden peygamberi Muhammed'i
(sallallahu aleyhi ve sellem) gönderdi.
Ve o peygamber tüm insanlığa şöyle
seslendi.
"Ben yüzümü hanif (muvahhid)
olarak gökleri ve yeri (yok iken) yaratan Allah'a çevirdim. Ben,
müşriklerden değilim." (el-En'am/79)
"(İbrahim), siz ve sizden önceki
babalarınızın taptıklarını gördünüz mü? Alemlerin Rabbi Müstesna onların
(hepsi) benim düşmanlarımdır. O (Allah) dır beni yaratan ve
hidayete erdiren, O'dur beni yediren ve içiren O'dur Hastalanınca bana şifa
veren. Beni (Önce) öldüren ve (sonra) dirilten O'dur. O'dur din
günü günahımı bağışlamasını istediğim. Rabbi(m) bana bir hikmet ver ve
beni salihlere kat." (eş-Şuara/75-82)
Allah, İbrahim (a.s.) için şöyle diyor:
"İbrahim'de ve O'nunla beraber
olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine:
"Biz sizden ve sizin Allah'tan başka
taptıklarınızdan (kulluk ettiklerinizden) uzağız (beriyiz). Sizi
inkar ediyoruz. Yalnız Allah'a iman edinceye kadar bizimle, sizin aranızda ebedî
düşmanlık ve öfke belirmiştir. Yalnız İbrahim babasına:
"Andolsun ki senin için bağışlanma
dileyeceğim. Ancak, Allah'tan sana gelecek -herhangi- bir-şeyi önleme gücüne
malik değilim" demesi (bundan) müstesnaydı.. (İbrahim ve beraberinde
olanlar): Rabbimiz, sana güvendik, sana yöneldik ve sanadır dönüş." (el-Mümtehine/4)
Allah Azze ve Celle de O'nun ehl-i
Beytinden peygamberler gönderdi. Onların herbirisine ayrı özellikler, faziletler
ve dereceler verdi. Onlardan her birisine ayrı ayrı Öyle ayetler verdi ki, ondan
Önce benzeri bir şekilde hiç kimseye iman edilmemişti.
Musa'ya (a.s.), sihirbazların sihirlerini
iptal edip yutan Asa'sını mucize olarak verdi. Allah'ın izniyle denizi oniki
koldan asasını vurarak yardı. Allah O'nu ve kavmini beyaz bulutlarla gölgeledi.
Onların üzerine her sabah "men" ve "selva" indirdi. Susadıklarında
Musa (a.s.) asasıyla taşa vuruyordu ve taştan oniki aşirete yetecek kadar su
fışkırıyordu.
Sonra Allah İsrailoğullarına, kendi izniyle
ölüleri dirilttiği, ve hastalara şifa veren ve insanların gizlediklerini onlara
bildiren İsa'yı (a.s.) peygamber olarak gönderdi. Onlardan bazı peygamberleri de
emrine yarattıklarını verip çeşitli mucizelerle seçip üstün
kıldı.
Yahudiler ve Hıristiyanların ellerinde
bulunan kitapların ve peygamberlerin nübüvvetlerini ittifakla haber verdikleri;
"Şu'ya. Ermiya, Danyal, Habkuk, Davud, Süleyman" (Allah'ın selamı onların
üzerine olsun!) Peygamberler bunun bir örneğidir.
"Sifrul-Muluk (krallar kitabı) ve
benzeri kitaplar bunun en iyi şahididir."
İsrailoğulları çok katı kalpliydiler.
Kâh putlara, kâh ilahlaştırılmış insanlara (vesenlere), kimi zaman da
Allah'a ibadet ediyorlardı.
Kimi zaman da peygamberleri haksızca
öldürüyorlar, kimi zaman da en adi hilelerle Allah'ın haram kıldıklarını helal
kılıyorlardı.
Bunun için önce Davud (a.s.)'un
diliyle lanetlenmişlerdi. Bu haber tüm din ehli olan milletler tarafından
bilinmektedir.
Allah Azze ve Celle insanı yaratmayı dört
kategoriye ayırdı.
- Adem'i topraktan annesiz ve babasız
olarak yarattı.
- Karısı Havva'yı O'ndan (yani erkekten)
yarattı.
- Mesih'i (a.s.) Meryem'den babasız olarak
yarattı.
- Diğer insanların hepsini bir erkek ve
kadından yarattı.
Kulu İsa'ya (a.s.)'da benzeri görülmemiş
bir şekilde ayetler verdi. Allah'ın izniyle ölüleri diriltti, sedef hastalarını
iyi etti. O, insanlara evlerinde yedikleri ve saklayıp biriktirdikleri şeyleri
haber verirdi.
O'da kardeşleri diğer peygamberler gibi
insanları Allah'a ibadete da'vet etti.
O da, kendisinden önce gelmiş olan
peygamberleri ve kendisinden sonra gelecek olan peygamberi tasdik
ediciydi.
İsrailoğulları çok aşırı derecede
azgınlıkta bulunuyorlar, zulüm ediyorlardı. İsa (a.s.)'ın kişiliğinin en önemli
yanı, yumuşaklık, merhamet, bağışlama ve hoşgörülülük idi. Allah Azze ve Celle
O'na uyanların kalplerinde şefkat ve acıma duygusunu yeşertti.
Sonra İsa (a.s.)'a uyanlar arasında din
önderleri ve ruhbanlar zuhur etti. Bunun üzerine İsa'ya iman eden havarilerle
Mesih (a.s.)'ın kişiliği üzerinde ihtilafa düştüler.
Bazıları O'nu yalanlayıp tekfir ettiler ve
kötü bir kadının oğlu olduğunu ileri sürerek İsa'nın Yusuf'u Neccar'dan olduğu
iftirasını ortaya attılar. Bununla beraber Tevrat'la gelen şeriatın hiçbir
kuralının hükmünün kaldırıldığına inanmıyorlardı. İsrailoğulları kendi
peygamberlerine bu kadar zulmettikleri halde, Allah-u Teala'nın kendileriyle
ilgili hiçbir hükmünü, içinde bulundukları pislikler ve çirkinliklere rağmen
değiştirebileceğini kabul etmiyorlardı.
İnsanlardan diğer bir kısmı, O'nun (a.s.)
ilah olduğunu, ilah'ın oğlu olduğunu, ilâhî kişiliğin insanî kişiliğe
büründüğünü ve bundan sonra yere indiğini, yeryüzüne inerken beraberinde,
insanları Adem'in (a.s.) günahından kurtarabilmek için çarmıha gerilerek
kendisini feda etmesi için oğlunu da getirdiğini söylemişlerdir. Böylece bir ve
tek olan, hiç bir şeye ihtiyaç duymayan, doğmamış ve doğurmamış olan ve
kendisine hiçbir şeyin denk olmadığı Allah Azze ve Celleye oğul nisbet
etmişlerdir.
"Teslis" ve "Vahdet" te de hiç bir
akıl sahibinin kabul edemeyeceği ihtilafa düştüler. Halbuki İncil'de gerçekte
anlamları çok girift ve karışık olan bazı cümlelerden başka bu konuda doğru
dürüst bir ifade yoktur. Daha önceki kitaplarda da bununla ilgili bir haber
yoktur. Aksine İncil'in birçok muhkem ifadeleri ve ondan önce gönderilmiş olan
kitapların haberleri "Mesih"in insan olduğunu ve O'nun Allah'ın kulu
olduğu gerçeğini vurgulamıştır.
Dinin aslı: Allah'a iman olunca,
Allah Resulü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurduğu gibi:
"Ben insanlarla, "Lâ
ilâhe İllallah Muhammedun Rasûlullah'a" -Allah'tan başka ibadete layık
hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın rasulü olduğuna- şehadet
edinceye kadar, savaşmakla emrolundum."
Allah Resül'ü (sallallahu aleyhi ve
sellem) yine:
"-Beni- Nasranîlerin Meryemoğlu İsa'yı
(a.s.) övdükleri gibi övmeyiniz. Ben ancak bir kulum -bana-, Allah'ın
kulu ve Resulü deyiniz!" buyurmuştur.
Dinin özü Allah'ı birlemek ve O'nun
peygamberlerini imanla doğrulamaktır.
Bundan dolayı Sabiiler ve Brahmanlar
ve Nübüvvetleri inkar eden topluluklar; ikrar ve İbadetlerinde fasid bir inanç
üzere oldukları için Allah'a ortak/şirk koşan mezhepler arasına
girmişlerdir.
"Teslis" akidesine mensub olanların
Allah'ın birliği, ilâhla birleşme ve Nübüvvet gibi konularda dinlerinin aslına
Allah'ın yarattığı apaçık insan fıtratınında şehadetiyle, birçok fesadın girdiği
inkar edilemez.
Bunun için Nasranîlerin ileri gelen din
adanılan ve ruhbanlar sınıfına dahil olan "Patrik", "Mitran" ve
"Piskopos" larından bazılarının kendi dinlerine mensup olan insanlar
arasında seçkin bir mevkiye geldiklerinde, dinlerinden saptıklarını ve
halklarının tepesinde bulunan krallara yaranmak ve dünyevî nazlardan tatmak için
nifakta bulunduklarını görürsünüz. Buna Kudüs'teki "İbnu'l-Burî"
ve Şam'daki din adamlarından "İbnu'l-Kûf" örnek verilebilir.
Konstantiniye'dekine "Papa" denilmektedir. Bazı fazilet sahibi
kişiler bu dini rütbelere sahip insanlarla yaptıkları görüşmelerde şu itirafla
karşılaşmışlardır:
"Biz aslında Nasranîlik akidesi üzerinde
değiliz fakat artık bu bir gelenek haline gelmiştir. Bu makamı elden çıkarmamak
için öyle görünüyoruz."
Tıpkı İmparatorların imparatorluklarının
başından hiç ayrılmayı istemedikleri gibi. Bundan ötürü onların ileri
gelenlerinin çoğu bu dini görevi matematik, mantık, astronomi, cebir, tıp bilimi
veya geometri gibi birer meslek haline getirmişler veya "İlahiyat" la
ilgili konularda kendilerine İbrahim'in (a.s.) gönderildiği Sabiîler ve
felsefecilerin yaptıklarına benzer bir biçimde onlarda Mesih'in (a.s.), daha
önce gönderilmiş olanların ve daha sonra gelecek olan peygamberin dinini inkar
edip O'na sırt çevirmişler, sadece imparatorlar için dinin şeklî yapısını
korumuşlardır.
Sonra İsrailoğulları Allah'a kulluk
etmeleri için gönderilmiş olan Şeriata ve kendilerinden önce gelmiş olanlara
açıkça muhalefet ederek Mesih'in (a.s.) neshettiği hariç, bizzat kendilerine
gelen ve emirlerine aykırı davrandıkları Tevrat'a insanları davet
ediyorlardı.
Peygamberlerin bazılarını öldürecek kadar
hadlerini aştılar. İçlerinden öyleleri çıktı ki peygamberlerinin heykellerini
yapıp bu heykellere ibadet ettiler.
Bazıları; Allah-u Teala'nın emrettiklerini
belli bir süre sonra ne kendisinin ne de herhangi bir peygamberin
değiştiremeyeceğini söylediler. Diğerleri de:
"Ahbar ve din adamları dilediklerini
değiştirir ve diledikleri şeyi de haram kılıp, suç işleyenlere daha fazla ibadet
yapmalarını emretmek suretiyle onları bağışlayabilirler." dediler.
(İsrailoğullarının bazı
günahları İşlediklerinde cezalarının bağışlanması için kendilerine işkence
edercesine olmayan ibadetleri farz kılarlardı.)
Bazıları da; Ruhu'l-Kudüs'ten kadına
üflendiğini ileri sürdü.
Ötekiler; "bize çok şey haram
kılındı." derler.
Bir kısmı; "pire ile fil arasında ne
varsa bize helal kılınmıştır, dilediğini ye, dilediğini terket" diyor.
Diğer bazıları necasetler çok ağır bir
şeydir deyip, hayız olan kadınlarla oturup yemek yemezler.
Ötekiler; "hiçbir şey necis
değildir" deyip ne sünnet olmayı ne de temizlenmek için cünüplükten
yıkanmayı ve bedendeki necaseti gidermeyi tavsiye etmezler. Halbuki Mesih (a.s.)
ve havarileri "Tevrat'ın Şeriatı" üzere idiler.
Dahası Doğuya doğru namaz kılmayı ne Mesih
ne de havariler emretmedi. Bunu bir bid'at olarak ilk ortaya atan Konstantin
oldu. Hakeza "Haç"ı da yine Konstantin rüyasında gördüğünü
zannederek icad etti. Mesih ve havarilerine gelince, asla böyle birşeyin
yapılmasını emretmediler.
İnsanları Allah'a yaklaştıracak olan bir
dinin mutlaka Allah katından peygamberleri yoluyla gönderilmiş olması
gerekir. Yoksa bidatlerin hepsi sapıklıktır. Putlara hep bid'atler
nedeniyle ibadet edilmiştir.
Hakeza ibadetlere sokulan müzik ve
nağmeleri ne Mesih ve ne de O'nun havarilerinden hiçbiri
emretmemiştir.
Sonuç olarak bugün yaptıkları ibadetlerin
ve kutladıkları bayramların hiçbirisi hakkında Allah-u Teala ne bir kitap ve ne
de bir peygamber göndermemiştir. Fakat buna rağmen onlarda hala şefkat ve acıma
sahibi olanlar vardır.
Ehl-i Kitab'tan şimdi olduğu gibi Allah'ın
Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında da iman edip, Allah'a ve
Resulü'ne (sallallahu aleyhi ve sellem) hicret edenler oldu.
Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem)
peygamber olduğuna ve O'nun peygamberliğine delâlet eden haberleri Tevrat, Zebur
ve İncil'de hem de hiç düşünmedikleri yerlerden çıkarıp İspat ettiler. Hakeza
havarileri de kendi aralarında ayrılığa düştükleri şeyde doğru olana kendi
nuruyla iletti.
Allah-u Teala daha sonra Mesih'e ve
Mesih'ten önce gelen peygamberlere de müjdelediği peygamberlerini, yeniden
İbrahim'in (a.s.) ve daha önce gelen peygamberlerin dinine
(Tevhide) çağırmakla görevlendirdi.
Bu dinin özü Allah'tan başka ibadete
layık ilah olmadığına şehadet etmek, yalnız O'na kulluk edip Din'i Allah için
halis kılmaktı.
Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi
ve sellem) bunlarla yeryüzünü tapılan putlardan, dini, küçük-büyük bütün
şirklerden temizledi.
O'nun gelmesinden önce Şam'da (bugünkü
Filistin ve Suriye) ve diğer birçok devletlerde olduğu gibi "Biz Nasranîyiz"
diyenlerin devletlerinde de puta tapılıyordu.
Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi ve
sellem) bunların hepsini Allah-u Teala'nın indirmiş olduğu Tevrat'a, İncil'e,
Zebur'a, Furkan'a ve Allah'ın Adem'den (a.s.), Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi
ve sellem)'e kadar göndermiş olduğu tüm peygamberlere iman etmeye
çağırdı.
Allah Azze ve Celle kitabında:
"(Yahudiler) dediler ki "Ancak yahudi
olursanız doğru yol üzere olursunuz." (Hristiyanlar da) dediler ki:
"Ancak hristiyan olursanız doğru yol üzere olursunuz." (Ey Muhammed) de
ki: "(Ey müslümanlar! Deyin ki): "Bizler İbrahim'in hanif olan
milletine (İslam'a) bağlıyız. O (İbrahim sizin gibi) şirk koşanlardan da değildi."
"(Allah, Rasulullah'a bağlı olanlara hitab ederek
şöyle diyor): "Bizler Allah'a, bize indirilene (Kur'an'a), İbrahim'e,
İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına indirilenlere, Musa'ya verilene
(Tevrat'a), İsa'ya verilen (İncil)e ve (bütün) nebilere rableri
katından verilen (bütün kitap ve sahilfe) lere iman ettik. (Bu
konuda) onların arasında bir fark gözetmeyiz. Bizler O'na (Allah'a kalb
ve hareketlerimizle) teslim olanlardanız"
deyin."
"Eğer (yahudi, hristiyan ve
müşrikler) sizin iman ettiğiniz şekilde iman ederlerse (işte o zaman)
hidayet üzere olurlar. Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz onlar büyük bir ayrılık
içerisindedirler. (Ey Muhammed! Onlara karşı) Allah size kafi
gelecektir (sizi koruyacaktır). (Çünkü) O Semi ve
Alim' dir.
"Allah'ın boyası ile boyanın. Allah'dan daha güzel
boyaması olan kimdir? Bizler (yalnız Allah'ın boyasıyla
boyanarak) yalnız O'na kulluk/ibadet edenlerdeniz." (el-Bakara/135-138)
Gönderdiği peygamberlerine insanları
Allah'ın birliğine, Tevhid'e ve adalete çağırmasını emretti.
"De ki: Ey Kitap ehli, sizinle bizim
aramızda eşit (aynı) olan bir kelimeye geliniz. Allah'tan başkasına
tapmayalım (ibadet
etmeyelim); ve ne de O'na
hiçbir şeyi ortak/şirk koşmayalım ve birbirimizi de kimse Allah'tan gayrı Rabler
edinmesin. Eğer onlar yüz çevirirlerse, (onlara) deyin ki; şahid olunuz
biz Müslümanlarız." (Al-i
İmran/64)
Ve yine şöyle buyurdu;
"Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla
veya bir perdenin ötesinden konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle dilediğini
O'na vahyeder. En yücedir ve O hikmetle iş görendir."
(eş-Şura/51)
Hiç bir insanın Allah ona kitabı, hikmeti
ve nübüvveti verdikten sonra (kalkıp) insanlara bana kul(lar) olun demesi mümkün
değildir. Ancak (o insanlara):
"Öğretmekte olduğunuz kitap ve
okuduğunuzla Rabbani olunuz!" der.
(O) size, melekleri ve peygamberleri
Rab'ler edinmenizi de emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra hiç kafirliği
emreder mi?" (Al-i
İmran:79-80)
Allah'u Teala:
Peygamberinin kıldığı, namazın ve Haccın
peygamberlerin babası ve haniflerin imamı İbrahim (a.s.)'ın bina ettiği Kabe
(Beytullah el-Haram)'a yönelik olmasını emretti. O'nun ümmetini de vasat bir
ümmet kıldı.
O'nun ümmeti hiçbir zaman peygamberleri
Allah'a denk kılanların şirk koştukları gibi, onlara uluhiyetten pay tanıyıp
ibadet etmedi.
O'nun ümmeti hiçbir zaman kendilerine
gönderilen peygambere katı ve acımasızca davranıp O'nun itaatinden
çıkmadı.
Aksine O'nun ümmeti Allah'ın göndermiş
olduğu peygamberin hepsine iman edip onları sevdi. Getirdiklerine inandı, onlara
itaat edip onların yolundan gitti. Onları kendisine önderler edindi ve yüceltti.
O'nun (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmeti
sadece Allah'a ibadet etti. Dini yalnız Allah için yaşayıp O'na halis kıldı ve
O'ndan başka kimseden yardım dilemedi.
Hakeza Allah'ın göndermiş olduğu
Şeriatla; Allah bize ne emretmişse O'na o şeyde itaat ettik. Bizi neden
alıkoymuşsa da ondan kaçındık.
Allah-u Teala İsrailoğullarına, daha önce
Yakub (a.s.)'a helal kıldığı şeyler gibi bize de bazı şeyleri haram kılıp
yasaklayınca hemen O'nun emrine itaat ettik. Tıpkı Mesih (a.s.)'a
İsrailoğullarına haram kıldığı bazı şeyleri helal kılması gibi helal kılınca da
Allah'ın emirlerine kulak verip itaat ettik.
Peygamberlerden başkalarına gelince
(onların) Allah'ın dininde Allah'ın izin vermediği bir değişiklik yapmaya
kesinlikle hakkı yoktur.
Peygamberlerin hepsi, Allah'ın tebliğ etmek
için onlara gönderdiğini insanlığa tebliğ edip duyuracaklar. Zira Allah'tan
başka hiçkimsenin emretme ye yasaklama hakkı yoktur.
Bu ümmet temizlik, kirlilik, helal-haram ve
ahlak konusunda daha öncekilerin gösterdiği şiddet ve katılığı göstermedikleri
gibi sonradan gelenlerin yaptıkları gibi de aşın bir gevşekliğe kapılıp
haddinden fazla insanlara acıyıp (onları bazı ibadetlerden muaf kılmadılar).
Bütün yaptıklarında vasat bir ümmet oldular. Bilakis Allah'ın düşmanlarına
şiddetle, Allah'ın dostlarına karşı şefkat ve merhametle muamele ettiler. Mesih
(a.s.) hakkında da Allah Azze ve Celle'nin haber verdiği ve havarilerin söylemiş
olduklarından başka bir şey söylemediler. Bid'at ehlinin ve katı kalplilerin
yoluna sapmadılar.
Havariler Allah Resulü'nün (sallallahu
aleyhi ve sellem) Yemen topraklarından peygamber olarak gönderileceğini ve
O'nunla beraber edeb -ve ahlak- kılıcının olacağını haber
vermişlerdir.!
Mesih (a.s.) bizzat kendisinin
"emsal" (örnekler) ile gönderildiğini O'nun ise "Beyyinat" ve
"te'vil" ile gönderileceğini haber vermektedir. Bu konu çok uzun olduğu
için ayrıntıya girmiyoruz.
Büyük davetçi Ebu'l-Abbas, krala
bağlı olan halkın büyüklüğünden, O'nun ilme, ilim ehline ve ilmî tartışmalara
büyük bir hoşgörüyle yaklaştığından söz etti. Ben Şeyh Ebu'l-Abbas
el-Makdisî'den kralın misafirperverliği, O'na ve din adamlarına gösterdiği
yakınlığı ve nezaketini duydum.
Biz herkes için hayrı seven bir milletiz,
Allah'ın tüm dünya ve ahiret hayırlarını size de vermesini istiyoruz.
Allah Azze ve Celle'ye kulları, O'na
ibadete davet etmekten daha hayırlı bir şekilde kulluk yapmamıştır.
Allah-u Teala peygamberleri bu amaçla
göndermiştir. Allah-u Teala ile kul arasında Allah-u Teala'nın emrettiğinin
yapılmasından daha üstün bir nasihat yoktur.
Mutlaka bir gün kul ölecek ve Rabbıyla
karşı karşıya kalacaktır. Allah'ta o kulunu hesaba çekecektir. Allah Azze ve
Celle
"Elbette kendilerine peygamber
gönderilenlere de, gönderilen peygamberlere de yaptıklarını soracağız."
(el-A'raf/6)
Dünya ise aşağılık ve değersizdir. Onda
büyük olan aslında küçüktür.
Dünya varlığının dayandığı tek şey üstünlük
ve maldır.
Üstünlük ve egemenlik sahibi olanların
sonu; Firavun'u Allah'ın O'ndan intikam alarak denizde boğması,
Servet sahibi olanların da hayatlarının
sonu; Allah'ın malını ve mülkünü yerin dibine geçirdiği Karun gibi olmaktır. O
şimdi kıyamet gününe kadar yerin dibinde azab görecektir. Çünkü O Allah'ın
peygamberi Musa'ya çok acı çektirmişti.
İşte Mesih'in (a.s.) O'ndan önce gelen
peygamberlerin ve O'ndan sonra gelen peygamberin, Allah'ın kullarını Allah'a
ibadete davet edip dünyanın egemenliğinden kurtulmaları onun aldatıcı
güzelliğine kanmamaları için yaptıkları vasiyetler...
Dünyalık her şeyin bu kadar adi ve değersiz
olduğunu anlayınca, kavmi arasında sayılan ve sevilen krala bir mektup yazıp
Onunla insanı Allah'a yaklaştıran "ilim" ve "din" konusunda bir
"Müzakere"de bulunmayı arzu ettim.
Siz de biliyorsunuz ki Allah'ın Din'i
birdir. Bu Din hiçbir zaman nefislerin heva ve hevesi, ataların gelenekleri ve
uygarlık sahibi insanların arzusuna göre değildir.
Akıllı olan insanın yapacağı kendisi ile
Allah arasında olana bakmak, salih ve düzgün bir akide ile Allah'a kul olmaktır.
Velev ki insan kalbinde insanlara tek tek hayrını ulaştıramadığı bir şeyi
gizlese bile...
Kral'ın ilme ve hayra olan rağbetini
duyunca, kendisine mektup yazıp, sordukları sorulara cevap vermek istedim. Hatta
bazı dinî ve dünyevî meseleler için Kıbrıs'a bile gelmek aklıma geldi. Ancak
bunun için tüm isteğim olan Kral'ın Allah'ın ve Resulü'nün (sallallahu aleyhi ve
sellem) rızasına uygun amel ettiğini görürsem, ben de O'na bu rıza dairesinde
muamelede bulunurum. Kral da, kavmi de çok iyi biliyorlar ki, Allah-u Teala
bütün peygamberlerinin genel olarak ve Muhammed'in de (sallallahu aleyhi ve
sellem) mu'cizelerini özel bir biçimde izhar edip, kafirler ve münafıkları zelil
etmiştir.
Moğol komutanlarından "Kazan" ve
yandaşları Dimeşk'e geldiklerinde Kazan İslam'a girdiğini ilan etti. Ancak
yaptıklarından ne Allah Azze ve Celle ne Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ve
ne de müslümanlar razı olmadılar. Çünkü onlar asla hiçbir şekilde İslam Dininin
emirlerine uymadılar. Ben Kazan ve Onun komutanlarıyla defalarca toplantılar
düzenledim. Benimle onlar arasında burada zaman alacağı için, anlatamayacağım
uzun tartışmalar oldu. Sanıyorum bu olaylar hakkında Kral'a haberler
ulaşmıştır.
Allah O'nu ve ordusunu hezimete uğratıp
zelîl kıldı. Hatta öyle bir duruma düştüler ki değil kılıçla onları doğramak,
artık onları ellerimizle dövüyor ve -bizleri o kadar ezmelerine rağmen-
sesimizin çıkabildiği kadar, her yerde onları azarlıyorduk. "Sis"
kentinin valisi onların yanında küçük bir çocuğun gördüğü muameleyi
görüyordu. Bizimle beraber olan bazı müezzinler ona bağırıp çağırıyorlar ve
hakaret ediyorlardı. Ama O buna rağmen cesaret edipte diyecek hiçbir şey
bulamıyordu. Hatta O'nun çok kötü niyetleri olduğunu "Kazan"ın kendi
komutanları bize söylediler.
Sizin elçileriniz geldiklerinde sahilde
onları karşılamaya ben de gitmiştim. Bizzat Tatar'lar "Sis" valisinin
sizin hakkınızdaki düşünce ve komplolarını anlattılar. Halbuki O sizi
vaadleriyle aldatmaya çalışıyordu. Sis valisine karşı Tatarlar'dan daha çok ve
ağır hakaretlerde bulunan başka kimse görmedim. Buna rağmen biz sizin dininize
mensup olan halka, iyilikle muamelede bulunuyor onların başına gelen kötülükleri
ellerimizle savuşturuyorduk.
Bütün Hıristiyan esirleri Tatarlar'ın
serbest bırakmaları için, Kazan ve Kutluşah ile nasıl tartıştığımı
hıristiyanların hepsi bilmektedir. Bunun üzerine serbest bırakıldılar. Molayla
aramızda geçen konuşmalardan sonra Müslüman esirleri de serbest bıraktılar.
Ancak bana:
"peki şimdi elimizde Kudüs'ten aldığımız
Hıristiyan esirler var onları serbest bırakmayacağız" dedi. Ben;
"hayır elinizde ne kadar Hıristiyan ve
yahudi esirler varsa, onların hepsini serbest bırakacaksınız, çünkü onlar bizim
zimmetimizdedirler. Onların bir tanesi elinizde kalmamak kaydıyla hepsini azad
ettirmeniz zorunludur." dedim.
O gün gücümüzün yettiği kadarıyla
hıristiyanlardan esir alınmış olanları esaretten kurtardık. Bizim yaptığımız
işte bu. Karşılığı Allah'tandır. Hakeza elimizde bulunan hıristiyan kadınlara
-herkeste biliyor ki- muamelenin, şefkatin, merhametin en iyisini ve güzelini
uygulamaya çalıştık. Zira peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed'in (sallallahu
aleyhi ve sellem) bu konuda bize vasiyeti vardır:
"Sakın namazı terketmeyin
ve elinizin altında bulunanlara iyi davranın onlara zulmetmeyin. Çünkü Allah
Azze ve Celle kitabında:
"Rabbimiz" onları (da) onların
atalarından, zevcelerinden, nesillerinden iyi olanlarıyla beraber Âdn
cennetlerine koy. Sen yüce ve hikmet sahibi olansın." (Mü'min:8) buyurmuştur.
Biz Tatarların İslam milletine dahil
olmalarına rağmen, onları aldatmadık ve münafıkça davranmadık. Aksine onların
içinde bulundukları fesadı ve onlara karşı cihadı emreden İslam'dan çıktıklarını
açıkladık.
Bununla beraber Mısır ve Şam'da (Filistin)
bulunan İslam ordularının düşmanlarının her türlü kötü niyetlerine rağmen, hala
güçlü ve Allah'ın izniyle muzaffer olduklarını bütün desteğimizle te'yid ettik.
Bu esnada Tatarların Müslüman oldukları haberi yayılmaya başladı. Müslümanlar
Tatarlar'ın İslam'a girdiklerini haber alınca onlarla savaşmayı durdurdular. O
ana kadar Tatarlar'dan onbinlerce asker ölmesine rağmen Müslümanlardan iki yüz
kişi bile ölmemişti. İslam ordusu Mısır'a döndüğünde -mel'un Tatar ordusunun
fitne-fesad ve dinsizlik işlemeye başladığı haberi yayılınca, Allah'ın ordusu
yeryüzünü titreten bir heybet ve kuvvetle yola çıktı. Bu öyle bir orduydu ki
çokluğu, kuvveti, sayısı ve imanıyla sadası dağları, vadileri ve tepeleri
doldurup taşıyordu. Öyle bir azim ve sadakatle cihada koşuyorlardı ki bu
azametleri akıllara ve kalblere durgunluk veriyordu. Allah'ın melekleri,
Rabblerine ihlasla yönelen bu hanif ümmetin yardımına geliyordu. Allah'ın
izniyle düşman bu İslam ordusunun önünde hezimete uğradı ve perişan oldu.
Düşmanın tekrar saldırıya kalkmasına karşılık, öyle bir şiddetle onların üzerine
yürüdü ki canlan helak olup ordusu ve süvarileri de darmadağan
oldu.
Düşman Allah'ın izniyle alçalmış ve perişan
bir vaziyette ric'at etmek zorunda kalmıştı. Allah böylece vaadini doğruladı ve
(mü'min) kullanın üstün kıldı. Düşman şimdi kendisini her taraftan kuşatan bir
bela ve çıkmazın içinde Allah'a hamdolsun İslam daima yükselip aziz olmakta. Her
gün yeni hayırlara vesile olmakta.
Allah'ın Resulü (sallallahu aleyhi ve
sellem):
"Allah bu ümmete her
yüzyılın başında dininin işini yenileyecek bir kişi gönderir."
buyurmuştur.
Bu din (İslam)-Allah'ın izniyle- her an
ilerlemede ve tazelenip güçlenmektedir. Ben, Kral ve ashabına kendisinden başka
ilah olmayan Tevrat'ı, İncil'i ve Furkan'ı indiren Allah adına nasihat
ediciyim.
Kral da Necran'dan gelen Hıristiyan
heyetinin İçinde papazların ve halktan diğer insanların olduğunu biliyor. Necran
heyeti Allah Resulü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına geldi, Allah'ın
Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) onları İslam'a da'vet etti ve onlarla İsa
(a.s.) hakkında tartıştı. Onlar bu tartışmada delillerin aleyhlerine geliştiğini
görünce yan çizmeye başladılar. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle peygamberine
(sallallahu aleyhi ve sellem) onları "Mübahile" ye çağırmasını emretti.
Allah Azze ve Celle şöyle
buyurdu:
"Sana İlim geldikten sonra, seninle
tartışanlara:
"Geliniz, sizler ve bizler de -beraber-
karşılıklı olarak çocuklarımızı ve kadınlarımızı çağıralım. Sonra dua edelim de
Allah'ın lanetini yalancıların üzerine kılalım de." (Al-i İmran/61)
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)
bunu zikredince kendi aralarında istişare edip şöyle dediler:
"Andolsun Allah'ın hangi peygamberi bir
kavmi mübahileye çağırmışsa o kavim kurtuluşa ermemiştir." diyerek cizyeyi
kabul edip peygamberin mübahile yapmamasını isteyerek zimmet ehli olmayı
arzuladıklarını söylediler...
Hakeza Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve
sellem) Şam Hıristiyanları ve Akdenizden Kostantiniye'ye kadar olan ülkelerin
kralı Kayser'e bir mektup gönderdi. Bu kral iyilik ehli bir kraldı. Peygamberin
mektubunu okuyunca O'nun alametlerini sordu. O'nun alametlerini Öğrenince, bunun
Mesih'in (a.s.) müjdelediği ve Allah'ın İbrahim (a.s.) ile oğlu İsmail'e vaad
edip haber verdiği peygamber olduğunu anladı. Bunun üzerine hemen kavmini ve
Hıristiyanları O'na uymaya da'vet etti. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve
sellem)'in mektubuna fevkalade değer verip ikramda bulundu. Onu öpüp gözlerine
sürdü. Hatta şöyle konuştu:
"Başımda şu krallık meşgalesi olmasaydı
gidip O'nun ayaklarını yıkardım."
Habeşistan'ın Hıristiyan kralı Necaşî'ye
gelince:
Allah Resulü'nün (sallallahu aleyhi ve
sellem) O'nun ülkesine hicret eden ashabından, haberini alınca hemen O'na iman
edip O'nun dinini tasdik etti. Sonra da oğlunu ve dostlarını Allah Resulü'ne
(sallallahu aleyhi ve sellem) gönderdi. Ölünce de Allah Resulü (sallallahu
aleyhi ve sellem) O'nun üzerine -gaib- cenaze namazı kıldı. Meryem (a.s.)
suresini duyunca ağlamıştı.
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve
sellem)'in ashabının Mesih hakkında dediklerini duyunca:
"Allah'a yemin ederim ki İsa
(a.s.) bunların bu anlattıkları insandan şu çöp kadar fazla bir değere
sahip değildir" diye -Kur'an'da- Mesih (a.s.) hakkında gelen haberleri iman
edip doğruladı.
Sonra şöyle dedi:
"Allah'a yemin ederim ki bu peygamberin
getirdiği ile Musa (a.s.)'ın getirdiği aynı kandilden akan nûr
gibidir."
Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve
peygamberlerine iman eden hristiyanlara karşı Hz. Muhammed'in sünneti
şuydu:
Müslümanların lehine olan, onların da
lehine idi. Müslümanların zararına kabul edilen şey onlar için de zararlı kabul
edilirdi. Bundan ötürü, Mesih'e ve Muhammed'e iman ettikleri için iki kat
ecirleri vardır. Diğer kavimlerden Onun getirdiği dine iman etmeyenlerle savaşma
emrini Ona Allah vermiştir:
"Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a
ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulü'nün haram kıldığını haram saymayan
ve hak dini. din edinmeyen kimselerle, küçülüp elleriyle cizye verince kadar
onlarla savaşın." (et-Tevbe/29)
Mesih (a.s.) özellikle cihadı emretmedi.
Hakeza bu hanif ümmete karşı ne o, ne de havarileri savaşmayı emretmemişken; Sen
nasıl olur da Allah ve peygamberlerinden elinde bir hüccet olmadan bu ümmetin
kanlarını mallarını ve ırzlarını helal kılıyorsun?
Ey Kral!.. Sen biliyorsun ki bizim
beldelerimizde zimmetimiz ve güvenimiz altında sayılarını ancak Allah'ın
bileceği kadar çok Hıristiyan var. Onlara karşı olan iyi muamelemizi herkesin
bildiği bir gerçektir. Fakat sizin elinizde olan Müslüman esirlere reva görülen
muameleyi asla mürüvveti ve dini olan bir insan kabul edemez. Kral bilsin ki
ben. Onun ve ailesi hakkında herhangi bir şey söylemiyorum.
Ben Ahmed b. Teymiyye; Kralın ne
kadar hayırsever olduğunu biliyor ve iyiliklerinden ötürü kendisine teşekkür
ediyorum. Ancak ben sözlerimi Onun halkına söylüyorum. Şu anda esirler de kralın
yönetimi altındaki halka dahildirler. Mesih (a.s.) ve diğer peygamberlerin
hepsinin vasiyetleri iyilikle muamele etmek değil midir? Peki nerede
bu?
Bildiğiniz gibi memleketinizdeki esirlerin
çoğu hıyanet ve hile yolu ile kaçırılmışlardır. Hıyanet ve hileyi bütün dinler
ve milletler haram görmüşlerdir. Siz nasıl olur da hainlik ile ele geçirilmiş
olan insanla; üzerinde tasarruf sahibi olduğunuzu söylersiniz?
Bu yaptıklarınıza karşılık Müslümanların da
bu muamelenin bazısını size karşı uygulamalarından kendinizi nasıl güvencede
hissedebilirsiniz?
Eğer Müslümanlar yaptıklarınızın
karşılığını vermek isterlerse, bilin ki Allah onlara -mutlaka- yardım edecektir.
Özellikle mücahidlerin, salih insanların ve Allah dostlarının cihada daldıkları
ve Ölüme hazır oldukları bir zamanda bunu yapmamaları İçin hiçbir mazeretleri
kalmamıştır. Sahilleri yiğit komutanlar tutmuş ve sayılan her gün gittikçe
artmaktadır. Müslümanlardan öyle salih insanlar var ki, Allah onların dualarım
reddetmez, dileklerini geri çevirmez. Onlar gazaba gelirlerse Allah da gazaba
gelir. İşte Tatarları görüyorsunuz. Onların çokluğuna ve kuvvetli olmalarına
rağmen, müslümanlar gazaba gelince bela onları her taraftan kuşattı. Şimdi ne
yapacaklarını bilmez haldeler. Peki nasıl olur da müslümanlarla her yönüyle
komşu olan insanlar müslümanla karşı hiçbir akıl sahibi müslüman ve gayri
müslimin razı olamayacağı muameleleri yaparlar.
İşte hal böyleyken Sen, akıl, din ve
fazilet sahibi olan tüm İnsanlar, müslümanların hiçbir günahları olmadığı,
aksine yaptıkları güzel ameller ve iyilikten ötürü övgüye layık olduklarını
itiraf etmektesiniz. Hatta filozoflar bile, yeryüzüne müslümanların sahip olduğu
dinden daha faziletli bir dinin gelmediğinde ittifak etmişlerdir. Bütün aklî ve
nakli deliller bu dine uymanın vacip olduğunu ispatlamıştır.
Gördüğünüz gibi bütün bu ülkeler ve
sahiller müslümanların elindedir. Hatta Kıbrıs daha üçyüz sene gibi bîr zaman
önce onların elinden çıktı. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara
kıyamet gününe kadar üstün olacaklarım müjdelemiştir. Kralın ülkesindeki mazlum
esirlere yapmış olduğu bu muameleye karşı, alemlerin Rabbi'nin kendisinden
intikam almasından onu kim koruyabilir?
Müslümanlar dinlerinin verdiği hamiyetle
hep beraber kralın üzerine yüklenirler ve başkasına yaptıklarını ona da yapmak
isterlerse, onu kim güvenceye alabilir?
Eğer kral ve dostlarından salih bir amel
görürsek biz de kendilerine karşı iyilikle karşılık veririz. Yoksa, Allah zulme
uğrayan ve mazlum olan kimselere yardım edecektir.
Sen de bilirsin ki bunu yapmak müslümanlar
için hiçte zor değildir. Benim şu anda yapmak İstediğim, size iyilik ve
güzellikle hitap etmektir. Doğru ve hak olan ise ilme uymak ve iyilik üzere
yardımlaşmaktır.
Eğer Kralın yanında aklına ve dinine
güvendiği, ilmin ve dinlerin aslım kendisiyle baş başa oturup araştıracak
kimseler varsa; oturup onlarla hakkı araştırsın. O körü-körüne taklitçilik
içerisinde olup gerçekten ne duymayan ve ne de akıl edemeyen katı
Hıristiyanlarla bu tartışmaları yapmasın. Çünkü onlar hayvanlar gibidir hatta
onlardan daha da aşağıdırlar.
Bunun da aslı Allah'tan yardım istemen ve
şöyle dua etmendir.
"Allah'ım bana hakkı hak olarak göster
ve bana hakka uymayı nasib eyle. Batılı batıl olarak göster ve ondan kaçınmada
bana yardım et. Allah'ım batılı gözümde hakka benzetme ki hevama uyup dalalete
düşmeyeyim."
Allah'ım, Ey Cibrilin, Mikallin,
İsrafilin, Rabbi! Göklerin ve yerlerin yaratıcısı gayb ve şehadet aleminin
yaratıcısı. Kullarının arasında meydana gelen ayrılıklarda hüküm sahibi olan
sensin. İnsanların ayrılığa düştüklerinde beni izninle hideyete erdir. Sen
dilediğini doğru yola iletirsin." (Ez-Zumer: 46'dan
iktibas)
Mektubum bundan daha fazlasını götüremediği
için bu kısa mektupta bütün istediğim krala dünya ve ahirette yararlı olanı
dilemektir.
Bu da iki şeydedir;
Birincisi; özel olarak kendisini
ilgilendirmekte. Bu Kralın ilim ve din bilgisinin olması, hakkın (imanın)
gerçeğinin ona görünmesi, kalbinden ve aklından şüphelerin zail olması ve
Allah'a emrettiği şekilde ibadet etmesidir. Bu kral için dünya mülkünden ve
dünyanın nimetlerinden daha hayırlıdır.
İşte Mesih (a.s.) bunun için gönderildi ve
O'nun da havarilerine öğrettiği buydu.
İkincisi; hem Onun lehine hem de
Müslümanların lehine olan husus. Bu da Kral'ın ülkesinde bulunan esirlere yardım
etmesi, onlara İyilikte bulunması ve halkına onlara iyi davranmaları için
gerekil emirleri verip, onları kurtarmamızda bize yardımcı olmasıdır. Zira
onlara kötü muamelede bulunmakta Kral'ın dinince büyük bir vebal, Allah'ın
dinine göre de azim bir günah vardır. Müslümanlar da bundan ötürü Kral'a
alınacaklardır. Müslüman esirlerin kurtarılıp serbest bırakılması İçin yapacağı
yardımda hem kendi dini, hemde Allah'ın dinine göre iyilik etmiş olacak ve
Müslümanların nezdinde itibar kazanacaktır. Mesih (a.s.) bunu tavsiye edenlerin
en büyüklerindendir.
Gerçekten Hıristiyanların kendilerine
hiçbir zarar vermeyen ve kendileriyle savaşmayan Müslümanlara karşı haince pusu
kurarak, onları esir almaları insanı çok acı bir hayret içinde bırakıyor. Mesih
(a.s.):
"Birisi senin sağ yanağına vurursa ona
sol yanağını çevir. Kim de senin rida'nı alırsa ona gömleğini de ver."
demiyor mu?
Elinizde Müslüman esirler çoğaldıkça
Allah'ın size karşı olan gazabı artacağı gibi, O'nun Müslüman kullarının da
gazabı artacaktır.
Kıbrıs'ta elinizde bulunan esir
Müslümanların içinde bulundukları durum karşısında nasıl susulur. Özellikle
elinizde bulunan bu esirler kimsesiz ve yoksul kimselerdir. Kendilerine yardım
elini uzatacak hiç kimseleri yoktur.
Ben Ebu'l-Abbas Ahmed İbn Teymiyye,
Müslüman abidlerin, zahidlerin ve alimlerin en zayıfı olmama rağmen, bu meselede
fedakarlık yapmak için kuvvete başvurmaktan başka hiçbir seçeneğim yoktur.
Özellikle İslam Dini, bizim fakire, kimsesize ve mazlumlara karşı şefkatli,
merhametli olmamızı emrediyor. Kral bu hayrı işlememizde herkesten daha çok
iyilik yapmaya layıktır. Çünkü Mesih (a.s.) İncil'de ısrarla bizi buna davet
edip, insanları geniş bir merhamet duygusuna bol bir hayra çağırıyor. Güneş ve
yağmur gibi hayra ve iyiliğe...
Eğer Kral ve adamları bize müslüman
esirlerin serbest bırakılmasında yardımcı olurlarsa, bu O'nun hem dünyası, hem
de ahireti için daha hayırlı olacaktır.
Ahiret mükafatına ve Allah-u Teala'nın
vereceği sevaba gelince, nevalarına uymayan Müslüman alimlerin kalbinde bu
konuda zerre kadar şüphe yoktur. Hatta Allah'tan korkan ve insaf sahibi olan
herkes, o Müslümanların haince kaçırılıp esir alındıklarını bilir. Bunu Allah
emretmediği gibi Mesih (a.s.)'da havarilerine O'nun dinine uyan hiç kimseye,
İbrahim (a.s.)'ın milletini kabul edenleri esir almak veya onları katletmeye,
herhangi bir emir vermiş değildir. Hıristiyanların büyük bir kesimi Muhammed'in
(sallallahu aleyhi ve sellem) ümmîlerin Resulü olduğunu bilip, bunu böyle kabul
etmektedirler. Peki peygamberlerine inanmış ve ona uymuş olan bir ümmetin
katledilmesi nasıl caiz olur?
Şu durumda Hıristiyanların kralları, papaz
ve ruhbanları özellikle bilgi ve dinde diğerlerine karşı farklı bir konumda
olanların çoğu, hakk nisbeten de olsa kabul etmekte ve bu kabul ettiğine
uymakta. Başka bir çok milletin ve insanın bilmediğini bilerek İslamı takdir
edip O'na iman etmiş olan insanlara kendilerine dünya ve ahirette yararlı olacak
muamelede bulunmaktalar.
Sonra, esirleri serbest bırakmanın ve köle
azad etmenin sevabı peygamberlerin ve sadık insanların dilinden bize bir çok
kaynak aracılığı ile ulaşmıştır. Bunu öğrenmeyi dileyene bu hiçte zor değildir.
Kral da bu vasiyetlere uyarak hangi hayır ameli işlerse karşılığını
görecektir.
Müslümanların ülkelerinde bulunan
hıristiyanlar sizin memleketinizde olanlardan kat kat fazladırlar. Onlar
arasında hıristiyanların Öyle ileri gelenleri var ki denizde (ülkelerinde) ve
sizin ülkenizde onların bir tanesine denk gelecek kimse yoktur. Sizin elinizde
bulunan esir Müslümanlara gelince, Müslümanların onların içinden kendilerine
İhtiyaç duyacakları bir tane insan bile yoktur. Ancak biz Allah rızası için ve
onlara acıdığımızdan, Allah'ın sadık ve ihsan sahibi kullarının iyiliklerini, en
güzel bir biçimde ödüllendireceği günün sevabından dolayı onları kurtarmak
istiyoruz.
Ben, Ebu'l-Abbas Ahmed b. Teymiyye,
bu mektubu yazan kişi, Kralın ve O'nun kardeşlerinin bildiğimiz güzel ahlakını
ve iyiliklerini ülkemizde yaydım. Halen size karşı olan duygularını yumuşatmaya
çalışıyorum. Kral'ın bize ulaştığı kadarıyla iyiliksever, ilim ve dine sevgi
besleyen bir kişi olduğunu duyduğum için bu mektubu size yazdım. Ben Mesih
(a.s.) ve diğer tüm peygamberlerin (Allah'ın selamı onların üzerine olsun)
vekili olarak Kral'a ve devletinin ricaline nasihatta bulunuyor ve onlar için
hayırlı olanı temenni ediyorum.
Çünkü Muhammed (sallallahu aleyhi ve
sellem)'in ümmeti insanlar içerisinden çıkarılmış olan en hayırlı bir ümmettir.
Onlar tüm insanlık için dünya ve ahiretin hayrını dilerler. Güzeli emredip
kötülükten alıkoyarak insanları Allah'a davet eder. İnsanlar dünya ve
ahiretlerini ilgilendiren her meselede yardım elini uzatırlar.
Eğer Krala Müslümanların dinleri hakkında
karalayıcı ve kötüleyici haberler ulaşmışsa, bu haberleri tahkik etmesi gerekir.
Bu ulaşan haber ya yalan bir haberdir veya nakledilen habere konu olan meselenin
tevili anlaşılmamıştır. Bu haberleri aktaran kişi söylediği sözlerde;
Müslümanlardan bazısının işlemiş olduğu günahlar, yaptıkları fuhuş ve zulüm
hakkında dediklerinde doğru olabilir. Bu tür davranışların her milletin fertleri
arasında olması mümkündür. Halbuki Müslümanlar nezdinde cereyan eden kötü
ameller, diğerleri arasında meydana gelenden daha azdır. Müslümanlar arasında
bulunan hayrın bir benzeri başka hiçbir milletin fertleri arasında
bulunmaz.
Kral da, Hıristiyanların ileri gelenleri de
bilmektedir ki, Hıristiyanların büyük çoğunluğu ve hatta din adamları, Mesih
(a.s.)'ın havarilerinin ve Paulus'un mektuplarındaki vasiyetlerinin dışına
çıkmışlardır. Bugün Hristiyanların işlemiş oldukları ameller arasında şarap
içmek, haçı kutsallaştırmak ve domuz eti yemek, Allah Azze ve Celle'nin
helalliği hakkında asla bir ayet ve haber indirmediği uydurma bir gelenektir.
Hatta bazıları Hristiyanların Şeriatlerinin haram kıldığını helal kılmaktalar.
İnanmadıkları şeye (İslam'a) muhalefet etmeye gelince hepsi bunda
müttefiktirler.
Bizim Şeriatımızda sadık ve doğrulanmış
olan Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem) haber verdiğine göre:
Mesih (a.s.) bizim ülkemizde, Dimeşk'te
beyaz minarenin bulunduğu yere iner. Elini iki meleğin omuzlarına koyarak haçı
kırar, domuzu öldürür ve kendisine inanmayanları cizyeye bağlar. İnsanların
İslam'dan başka bir dine inanmalarını asla kabul etmez. Gözünün birisi silik,
diğeri şaşı olan ve peşine yahudileri takan dalalet Meşinini (Deccali) öldürür.
Böylece Allah Azze ve Celle hidayet Mesihi olan Meryemoğlu İsa (Mesih)'in,
Yahudilerin O'na eziyet edip yalanladıklarından dolayı O'nun intikamını almış
olacak..
Bildiğim oki ve -hayrı kabul edecek-
herkese nasihat olarak şunu söylemek istiyorum:
Müslümanlara bir iyilikte bulunup onlara
meyleden ve bundan ötürü zarar gören hiç bir kimse olmamıştır. Bilakis O'nun
sonu yaptığı hayırlı davranış sebebiyle, onların akıbeti gibi iyi olmuştur.
Allah Azze ve Celle şöyle der:
"Kim zerre ağırlığında bir hayır yaparsa
onu görecektir ve kim de zerre ağırlığında bir şer yaparsa O'nu görecektir."
(el-Zelzele/7-8)
Mektubumu "Ebu'l Abbas'a" ve
elinizdeki esirlere iyi muamele etmelerini, onlara yardımcı olup, ellerinde
tutuklu bulunan ehl-i Kur'an insanlardan hiçbirisinin dininden çıkmasına
zorlanılmamasını dileyerek bitirmek istiyorum.
Kral bunun akıbetini, içimde sakladığımın
da çok ötesinde görecektir. Allah biliyor ki ben Kral'a hayır diliyorum. Çünkü
Allah Azze ve Celle bunu bize emretti. Herkese hayır ve iyilik dileyip, Allah'ın
yarattıklarına şefkatle davranarak onları Allah'a ve dinine çağırmamızı, onları
insanların ve cinlerin şeytanlarından gelecek belalara karşı korumamızı
"Şeriat" olarak indirdi.
Kral'a yarın ahiret gününde yararlı olacak
maslahat, ancak Allah'tandır. O'nun katandandır. Kral hakkında hayırlı olan sözü
seçecek ve onun hayatını hayırla sona erdirecek ancak Allah Azze ve
Celle'dlr.
Hamd Alemlerin Rabbi'ne salat ve selam
O'nun peygamberlerine özellikle Hatemu'l-Enbiya olan Muhammed (sallallahu aleyhi
ve sellem)'in üzerine olsun!
|
0 yorum: